Bazen sadece kendi gürültüm olsun istiyor insan. Yaprak hışırtısı, kuş sesi… Adımlarınızla çiğnediğiniz karların sesi… Çıplak ayakla yürüdüğünüz kumlarda denizin sesi… Bir de tüm bunları bastıran insan seslerinin olduğu yerler var. Hadi bir yol yapalım diye çıktığım Cumalıkızık gezisi sonuçlarım. Bir, tur insanı değilim. İki, azıcık yabaniyim ama olsun. Üç, görüntü ve gürültü kirliliğine çözüm bulsun birileri. Zira Cumalıkızık yaşayan Osmanlı köyü ve bunu hak ediyor. Gezi yazısı notlarını, fotoğraflarını göndereyim gelsin…
Günün en güzel karesi
İstanbul’dan Bursa’ya bir hafta sonu gezisi yapmak isterseniz eğer feribotu, köprüsü, otobanı hesabı yapıp yorgunluğu da cabası diyerek turla gidebilirsiniz. İki kişiyseniz kurtarır ama kalabalıksanız gerek yok, benim kafada iseniz her halükarda gerek yok. 20 bin adım atmışız, adım severiz sıkıntı değil de, yurt dışı belki ama kendi yurdumda rehbere gerek olmadan dolaşmak daha uygun bana göre. Nerede ne kadar kalacağıma, nerede ne yiyeceğime ben karar vermeliyim. Ya da turu dolmuş gibi kullanın ama tam özgürlük sadece kendin kendine. Sabah günün ilk ışıklarında deniz kokusu eşliğinde vayy ne güzel an diyerek çektiğim bu fotoğraf günün en güzel karesi. Gün boyu bin tane selfie çeken insan gördüm. İnsan her şeyin de selfiesini çekmez arkadaş. Birbirinin aynı fotoğraflar için anları mundar etmek derim ben buna.
Cumalıkızık, 700 yaşında bir son Osmanlı
Cumalıkızık’ta sokakların en boş hali bu.
Çoğumuz gibi tarihi Cumalıkızık köyünün varlığını Kınalı Kar isimli bir diziyle duydum. Diziyi hiç izlemedim ama merakımı tetikledi, sonunda yolumu düşürdüm. Geç kalmışım çünkü Cumalıkızık çok kalabalık artık.. Unesco yaşayan son Osmanlı köyü olarak dünya mirası listesine alınca popülerliği giderek artmış. Hafta sonu bu tür yerlere gitmek tercihim değil, biliyorum kalabalık olacağını ama bazen bile bile gidiliyor işte. Cumalıkızık’la ilgili gözlemlerim… Uludağ’ın eteğinde kurulmuş çok güzel bir köy gerçekten. Ziyaretçisinin bol olması güzel, sakin zamanında gezerim diyorsunuz ama köyün sokaklarını, evlerin önlerini her yeri pazar alanına çevirmiş köylüler. Ne mimarisini ne de dokusunu tam alamıyor insan. Kahvaltısı meşhur anladım da her evin kapısının önünde bize buyrun diyerek çığırtkanlık yapan hanımlar da olmamış.
Hah işte sakin bir sokak buldum.
Cumalıkızık’ta kahvaltı keyfi…
Kahvaltısı meşhur diyorlar ama biz göremedik. Benim gibi kahvaltıcı bir insana yapılır mı bu? Hadi biz turzedeyiz diyelim ama turistik yerlerimizde durum hep böyledir. Yöresel denir bakkal işi çıkar, ev yapımı denir ama tadını ara ki bulasın. Yapmayın etmeyin Cumalıkızıklılar pahalı zaten her şey. Cumalıkazık diye adınız çıkar, biraz daha duyarlılık… Bir daha gider miyim? Sakin bir zamanda, uzun uzun gezmelik, keşfetmelik isterim tabi. Ağaç altı piknik, köy kahvesinde çay keyfi de isterim. Her bir yerine göz attım yine de. 60 santimlik cin aralığı denilen dar sokakcık, Ünesco proje alanı Küpeli Konak hepsini gezdim.. Herkeste bir fotoğraf telaşı, köyün güzelliklerini, tarihi evleri çekenlerden çok sürekli kendini çeken büyük bir grup var. Bize ne oluyor ki?
Ördek sendromu olmuşuz…
Bize ne oluyor ki dedim, ördek sendromu imiş bunun adı. Bu sonunun nereye varacağı belirsiz selfie çekmeler, kurgunun dibine vuran sosyal medya paylaşımları, oh hayat bana güzel ya da en büyük aşk bizimki hallerine ördek sendromu deniyor. Ördekten ne olur demeyin, durum ciddi. Suyun üzerinde sakince süzülen ördeğin suyun altında deli gibi çevirdiği perde ayakları arasındaki tezata benzetilmiş bu durumlar. Bana göre hava hoş, ben telefonunu bırakıp gitmek isteyengillerdenim. Günün birinde… Bu yazının kamu spotu budur, uyaralım uyanalım bu duruma. Hadi devam gezmeye, Gölyazı var sırada şimdi…
Gölyazı’nın balıkçı tekneleri
Gölyazı Değişmemiş…
Fotoğrafçı Selim Şahin’in masalsı karelerine imrenerek 3 yıl önce gitmiştim Gölyazı’ya ve hayal kırıklığı yaşamıştım. Çünkü bu kadar yerli yabancı turist çeken bir yerin kadrajlardaki temizlik kadar olmasa da düzenli ve bakımlı olacağını tahmin etmiştim. O zaman Nilüfer Belediyesi’ne mail yazıp, anlattım. Cevap geldi, “beldede çöpler düzenli toplanmaktadır.” Bu gezi programının ikinci durağı Gölyazı olunca bakalım değişmiş mi dedim. Gölyazı değişmemiş… Maalesef yine kıyılarda çöpler, kokular, mimaride dokuya uymayan bir çarpıklık devam. O zamanki gözlemlerimi merak ederseniz, yazı burada.Aslında keyifle gezilecek bir yer, insan istiyor ki tertemiz olsun. Haftasonu adaya araç girişi yok, yol üzeri yeme içme mekanları ve yöresel alışveriş durakları var. Giderseniz manda dondurmadan mutlaka yemelisiniz. İncirli ve bal bademli yedim, çok lezzetli. Yazın kara incir boldur buralarda, şimdi de kestane ve ceviz bol. İkisinden de aldım, onlar da tam tadında. Durun daha bitmedi Trilye’ye gidiyoruz.
Trilye’de üçleme
Trilye sokakları ve yaşlı ama sevimli evleri
Gölyazı’dan Trilye’ye giderken hep zeytinliklerin, köylerin arasından gittik. En sevdiğim pencere başı terapisi yaptım. Yeşilin içinden otobüs yolculuğu yaparken içimden gidelim buralardanı mırıldandım. Trilye’nin diğer bir adı da Zeytinbağı, her yer zeytinlik yakışır. Ancak Trilye adı İstanbul’dan sürgün edilen 3 papazdan geliyor. Rumlar hem yaşam kültürü hem mimari de hala varlıklarını hissettiriyor. Meşhur perili ev ve kimisi restore edilmiş kimisi unutulmuş evleriyle sokaklarını, Taş Mektebi, kiliseden dönüştürülen tarihi Fatih camisini geze geze kıyıya yürüdük. Hiç bu kadar beton olacağını ummamıştım, sıkıldım. Trilye için Alaçatı havasında diyorlar ama Alaçatı’da betona boğulma durumu yok. Burası sahil kasabası dinginliğini yer yer betona teslim etmiş. Her taraf zeytin ve zeytinden üretilmiş envai çeşit hediyeliklerle dolu. Akşamın dar vaktinde gelmeseydik daha güzel ve sakin yerlerini de gezerdik eminim.
Mudanya’nın asıl neyi meşhurmuş?
Başta dedim ya tur insanı değilim diye, işte bak haklıyım Mudanya’ya geldik hava karardı. Nerede ne kadar kalacağıma ben karar vermeliyim. Yıllar önce gelmiştim Mudanya’ya ama bu sefer çok lazımmış gibi kentleşmiş gördüm. Tirlye’den sonra tepeleri kıvrıla kıvrıla giden yol ve yamaçlar üzerine kurulmuş evler ve bol yeşil iyi ama ilçe merkezi bildiğin İstanbul trafiği. Hele sahil öyle kalabalık ki daha da Mudanya’ya gelmem dedirtir insana. Mudanya ile ilgili öğrendiğim iki bilgi önemli bana göre. Mudanya’nın asıl neyi meşhurmuş? Havası… Özellikle astım hastaları için tam bir şifa kaynağı. Yerel, ulusal pek çok haber kaynağında da okudum. Bir de Bursa’nın yazlık yeri olarak denize girilecek sahili çok bilirdim ama öyle değilmiş. Denize dik yamaçlar ve çoğu rüzgarlı havasından ötürü kısıtlı yerde denize giriliyor. Ama yamaçların yeşili, havası yetiyordur. Bir fotoğraf bile çekemedik, kısa bir Mudanya turu burada.
Bir teşekkür… Yedinci kıta ve 11 milyon ağaç konulu bir önceki içerikten sonra 11 fidan bağışı yapan sevgili okurum teşekkür ederim. Mutlu ettiniz. Begonvil Sokağı böylece 12 ağaç fidanı ile geleceğe nefes projesine destek vermiş oldu. Az çoktur…
Bir fikrim var… Okuduğunuz bu sayfanın boş olan sağ tarafına bir Begonvil FM kurayım diyorum. Podcast yayınlar, bir müzik kutusu gibi gibi. Fikri, önerisi olanlar yazarsa sevinirim. Biraz modifiye fena olmaz. Yine 1000 kelimeyi geçmişim, okuyanlar cansınız…
14 Kasım 2019, 23:11
Bursa’da yaşayan biri olarak sonuna kadar okudum. Tespitlerinizde haklısınız. Cumalıkızık’ta kahvaltı falan meşhur değil maalesef orayı da köylüler kendi kendilerine bozuyorlar. Turizmde azcık öne çıkan yer kendini kaybediyor ve fiyatlar acayip yükseliyor…
15 Kasım 2019, 09:55
Dediğiniz gibi turizmde öne çıkan neredeyse her yerde bu tutum hakim oluyor. Ama hem oralar ruhunu kaybediyor hem de kısa ve uzun vadede kazanç beklentilerini kaybediyor. Bu telaş içinde fiziki dokunun da bozulması ayrı konu.
Mudanya ve Trilye’deki betonlaşma da üzücü gerçekten, halbuki tarih ve kültür mirası, yemyeşil doğası, lezzetleriyle çok özel yerler. Dilerim bir düzenleme ile daha iyi olur.
Teşekkür ediyorum yorumunuzla katkı verdiğiniz için.