DÖRT YAPRAKLI YONCA

Bugün öyle keyifsizim ki ne yazacak ne hayaller kuracak gücüm yok. Cesur olmakla boş vermek arasında kararsızım. Hayata iştahım kalmamış, yeniden sevmeye de halsiz gibiyim, hastayım. Bedenim sıkıldı benden, hırçınlık yapıp ayak diriyor. Ruhum, sessiz sakin olan biteni izleyip, bekliyor kıyıda. Dört yapraklı yonca gibi bir metafor lazım sanki.

İç ses durmadan konuşuyor:)

Hangisi olduğuma karar vereyim artık. Bazen yukarıdan bakıyorum kendime, tıpkı bir serçe kuşu gibi görünüyorum. Normalde severim serçe olmayı ama şimdi sadece küçük ve güçsüz görünüyor gözüme. Bazen de kendimin yanında durup süzüyorum. Öyle boş boş bakıyorum, dalıyorum ya acıyorum  kendime. Olmadı içime giriyorum bazen, iyice derine. Ellerimi dizlerime kenetlemiş, başımı kucağıma gömmüş halde buluyorum kendimi. Sesleniyorum ne bir cevap ne bir omuz silkmesi ne hıçkırık.
Çaresizim, derdim kendimle biliyorum. Kaçsam olmuyor, ne taraftan girsem baksam olmuyor. Ne yazıyor ne konuşabiliyorum böyle zamanlar, kendime ümmiyim. Ne zaman kalem tutacak ruhum? Beklemedeyim…
 
Yazarlık atölyesinde geçen hafta konu serbestti, koca hafta bir şey yazmadım, elim gitmedi bir türlü. Sonunda aklıma ne geliyorsa yazdım, fotokopim gibi oldu. Yazmanın bu tarafını seviyorum, ayaklarımı yerden kesip kendi etrafımda dolandırıyor beni. (Her zaman değil!) Okuduktan sonra dedim ki, daha çok beklersin… Beklemeyeceksin, ayağına gideceksin, kolundan çekip, ensesinden tutup hatta kucaklayıp omuzuna atıp kaçıracaksın ruhunu. Sen bir aksiyon yapmazsan ne yazılacak, niye kalem tutulacak?

Tatar Çölü esareti nasılmış?

 Sevdiğin işle uğraşmak sevdiğinle olmak gibi, mutlu oluyorsun. Bu hafta okuduğumuz kitap Tatar Çölü idi, Dino Buzatti‘nin ünlü romanını konuştuk. Kitap aslında biraz sıkıcı, çünkü öyle olması gerekiyor. Yolunda gitmeyen ya da gerekli hamleleri yapma cesaretini gösteremediğimiz hayatlarımız gibi sıkıcı. Kitap okurken içine dalıp macerayı, sevgiyi, korkuyu yaşarız ve bundan keyif alırız. Burada da karakterlerin içinde olup, onların ruh halini dolu dolu hissediyor insan. Her kitabı mutlaka eğlence, merak, korku ya da sürükleyici gelen ne varsa içinde, onun için mi okumalı? Aslında ayna olması en güzel yanı değil mi kitapların. 
Roman kahramanı Giovanni Drogo bir türlü cesaret edemediğimiz ve tutsak kaldığımız hayallerimizi, Bastiani kalesi hepimizin farklı konularda içimize hapis ettiklerimizi ifade ediyor belki. Bir kitap sadece kitap olarak kalmamalı bunu iyice anladım, sonrasında bir pusula bir süzgeç ya da mancınık etkisi yapabilmeli. (Uzağa çok uzağa fırlatmak istediklerimiz olabilir!) Hocamız çok güzel bağladı: Hepimizin Bastiani Kalesi farklı kiminin işi, kiminin evliliği, kiminin sevdiği… Hayata bağımızı zayıflatan, kendimize yabancılaştıran ne varsa farkında olmak, gerekirse mesafe koymak… Tatar Çölü’nde bir beklenti ve hayal ile ömürlerini geçirenlerin yaşadığı pişmanlık ya da gecikmiş hayıflanmaları her gün bir şekilde yaşamadığımız ne malum? Bir çölün kıyısında, ıssız bir yerde, bir kalede de değiliz. O zaman…
 
Yazı ile fotoğrafın alakası mı? Bakmak görmek mevzusu… Pembe minik çiçeği çok uzaktan gördüm, kış gününün koyu renkli hali içinde inatçı ama bitkin hali çağırıcı geldi bana. Yaklaşıp, seyredip, fotoğrafladıktan sonra dört yapraklı yoncalar içinde cılız, yıpranmış haliyle diri duruşu çok hoşuma gitti. Ohoo her şeyden de mesaj çıkartırsak işimiz var demeyin. Görmeden bakıp geçmekten bu halimiz. Dört yapraklı yoncaya yüklenen anlamlara bakınız; inanç, umut, aşk, şans. İnsanoğlu kendi yakıştırdığı anlamları yüceltiyor da asıl var olan büyük resmi görmezden geliyor. Ne varsa içimizde diyorum, içimizde çöller kadar dört yapraklı yoncalar da var diyorum. Kime diyorum? Sağlıcakla kalın…
 
 
14 yorum
  • müfred

    5 Aralık 2017, 20:54

    Ben şimdiye kadar hiç dört yapraklı yonca görmedim, hep üç yapraklı oluyor. 🙂

  • Begonvil Sokağı

    5 Aralık 2017, 20:56

    İnanç, umut, aşk, şans getirirse dört değil bin yapraklı bile olur. Yaradana zor değil de nelerle harcıyoruz enerjimizi biraz içimize bakmak varken!

  • Ebemkuşağı

    6 Aralık 2017, 08:46

    İtalyan bir yazar,yapmaya değecek tek yolculuk içimize olandır demiş.
    İçimizi güzelleştirince herşey daha güzel oluyor sanki. Bu arada Tatar Çölü kitabını da merak ettim.:) Sevgiyle kalın,enerjinin hiç bitmesin…

  • Begonvil Sokağı

    6 Aralık 2017, 08:58

    İçimize yolculuk deyince çok derin, sıkıcı bir şeymiş gibi algılanır. Halbuki eğlenceli, sürprizli, kazançlıdır kendine ev gezmesi gibi.. Enerjimin bitmemesine dair duaya öyle çok ihtiyacım var ki, çok etkili olacak benim için. Ben de her şey gönlünüzce olsun diyorum:)

  • BirTatlıHuzur

    6 Aralık 2017, 09:34

    Evet evet,enerjiniz hiç bitmesin. Biz de böyle güzel yazılar okuyabilelim. Her şey gönlümüzce olsa keşke ya o zaman sınavlarımız nasıl olacaktı diye düşünmeden edemiyor insan.

  • Begonvil Sokağı

    6 Aralık 2017, 09:40

    Aslında yazarken hayatımızın sınavlarından, bazı konulara sınav gözüyle bakıp teslimiyetle yaklaşmaktan da söz etmek istedim ama bu başlı başına bir varoluş duruşu insan için. Olmazsa olmazımız gibi bir şey, ama yeknesaklık, kararsızlık ya da teğet geçer hallerimiz cüzi iradeye bakıyor ve kullanmazsak o zaman derdimize yanalım. Enerjimi aldım, Allah'ım mislini ver diye duamı ettim gönülden. Sağ olun var olun:)

  • Derya

    6 Aralık 2017, 10:09

    O çiçek gibi pek çok yaralar alıyor insan ama hala bir şekilde hayata tutunuyoruz, ama baksan hepimiz yaralıyız o taç yapraklar gibi, kesinlikle boşvermeyi öneriyorum. Önemli olan sizsiniz, düşünürseniz daha mühimi yok korumamız gereken bir sağlığımız var o elden gidince dünyaları versek geri alamıyoruz o yüzden hiçbirşey çok da ciddi gelmiyor böyle bakınca, ama insanız hepimiz zaman zaman karanlıkta kalıp bunalıyoruz her gece sabah olduğu olduğu sizinde sıkıntılarınız dağılıp geçecek, geçtikten sonra aslında bununda gerekli olduğunu anlıyoruz hep iyi ve mutlu olamayız, ağlamak bir çeşit rahatlamadır gülmek varken bu da onun gibi bence, ruhumuz için arada bir bunalmalıyız, sürekli olumlu olamayız, olsun ama çabuk geçsin dileklerimle, sevgiler… 🙂

  • Begonvil Sokağı

    6 Aralık 2017, 10:22

    Çiçek yaralı ama güzel, dediğiniz gibi sanıldığı kadar kötü bir şey olmasa gerek yara almak. Ben Allah'tan gelir her şey o yüzden de koşulsuz eyvallah derim (bazen zor derim, gereğini yapamadan derim ama derim işte) İnsanız önce devam için sağlık, bir de anne olunca çocuklar diyor insan. Onları önceleyerek yapmak her şeyi. Bu ağlayabilmek konusu ise ne büyük bir nimettir, anlatamadığını sessiz paylaşmak gibi. Sürekli olumlu olmak hayatın anlamına ya da doğru algısına ters bana göre, hakikat zıddıyla tam anlaşılıyor. Siyahlar beyazlar gibi.. Çok çok teşekkür ederim. Benden de sevgiler:)

  • iman power

    6 Aralık 2017, 11:55

    bende iyice sokuldum,ellerimi dizlerime koydum ve sessizce sakin bir şekilde okudum..bu kadar derin sözlerin içinde kendimi bulduğum tek cümle ''kendime acıyorum'' oldu bunu devamlı söylüyorum kendime tek tek her bir cümlen 4 yapraklı yonca gibi anlam yüklü her bir harfinde her bir dalında farklı acı farklı sevgi farklı bir güç var..ellerine sağlık çok içten yazılmış 🙂

  • Begonvil Sokağı

    6 Aralık 2017, 12:12

    Kendimizin gözünün yaşına bakmazsak kazanıyoruz bazen de, bir tür terbiye. Nefs terbiyesi ya da durum analizi ve tedbir adı ne olursa olsun. Başkalarının müdahil olacağı bir durumdan daha iyi kendine acıyıp, bir köşede hesaplaşıp kendin gibi devam etmek. Zor işler, ince işler, güzel işler. Hep öyle değil mi zaten?
    Teşekkür ederim, selam ve sevgi ile..

  • Elif Sağlık

    6 Aralık 2017, 18:00

    Ne güzel demiş hocanız. Ah benim içimde de ne fırtınalar ne lodoslar esti de kalakaldım öyle bazen tatlı bir rüzgar bazen kasvetli haller ama yaşıyoruz işte resime baksan da bakmasanda söz dinlemiyor

  • Momentos

    7 Aralık 2017, 00:04

    Yazının ilk paragrafında içimden; "Ah bu tamamen kış depresifliği.. kış tarafından ruhu basılmış bir beden bu. Buna iyi gelecek şeyler bol zencefilli sahlep, leblebili boza, güzelce közlenmiş kestane ve fonda klasik müzik, gör bak nasıl neşelenir iç duvarları insanın ve parmaklara kan yürür." dedim. 🙂

    Sonra yazarlık atölyesine geldim; ne güzel, konu serbestliğine işte güzel bir yazı olmuş dedim. Sonra çiçekleri düşündüm, çiçek çeşitleri gibi insanları, onların çeşit çeşit hayatlarını, beklentilerini… tabiat gibi yeniden ölüp, dirilmeyi beklediğini. Beklediklerimizin verildiğinde ve verilmediğindeki ruh hallerimizi.

    Bir baktım ki çağlayanın altına sürüklemiş bu yazı beni, ordan oraya bir sürü duyguyu başımdan aşağı boca etmiş… iyi ki de etmiş 🙂

    Ben bana söylenenleri duydum.. 🙂 (kime diyorum' a cevap)

  • Begonvil Sokağı

    7 Aralık 2017, 00:19

    No edit no filter, hayat öyle güzel ki hiç müdahale kaldırmıyor, bozuluyor. Biz de tam tersini mi yapıyoruz ne? Depresyon çok arsız sırnaşık bir şey, yüz buldu mu lodos eser gelir hava kapar gelir, en iyisi de git deyip kovmak, amma bir kere tanıştık hukuğumuz var dolanıyor bazen. İlk paragraf tam bir reçete olmuş, bana uyar mı septomatik olarak evet. Yalnız bu nasıl bir coşturmadır, iç duvarlarıma kadar neşe, parmaklarıma kan yürümesi. İşte budur:)
    Yazmak rahatlatıyorsa bu ketumluk işareti mi? Ama yazmak demek başkaları ile paylaşmak demekse ketumluğu kalmaz. İşin tadı bu mu acaba? Ne olursa olsun zihnimi çalıştıran, bana doping yapan yazma eylemini seviyorum, işin içine kurgu ve hikayelendirme girmesi daha da güzel oluyor. Başkalarını analiz edeyim derken kendimi çözmek gibi bir şey.
    Kahve çok güzel olmuş, elinize sağlık 40 yıl hatırlık lezzette. Sohbet deseniz, ruhum donandı ne diyeyim. Çok laf ederiz bir kişi duysa yeter çoğu zaman, haksız mıyım? Sağ olun var olun, şenlendim. Çok sevgiler…

  • Begonvil Sokağı

    7 Aralık 2017, 13:33

    Bazen resim görecek halimiz olmuyor diyorsunuz, doğru. Öyle zamanlar savunma kalkanları devreye girmeli zaten, kişiye göre değişir ama tutunmak lazım.Her yazdığımı yapabiliyor muyum? Hayır ama inanıyorum, bir de ümit…