Yazı Terapisi

yazı terapisi

Yazmak güzeldir… Çocukken bezelye tohumundan gökyüzüne yükselen dallarla nasıl çıktık? Yazarın hayal gücü ile… İyimser olmayı birazcık da Polyyanna ile öğrenmedik mi? Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı dokunmadı mı tanıdık bir yerlere? Yaşadıkça, okudukça, yazdıkça güzelleşiyor biraz dünya. O kadar da güzel değil aslında bazen kopmak gerek dünyadan. Ama okuyarak ama yazarak. Yazı terapisi başlığı ile okuduklarınız bakalım koparacak mı sizi? Bir an da olsa…

Yazarlık atölyesi ilerlemek için güzel. İnteraktif ortamda öğrenmek, karşılaştırma yapmak, eleştiri almak da keyifli. Yazı denemelerine paralel giden kitap okumaları da hem okuma disiplini hem de analizlerle bakış açısı zenginliği veriyor. Ödevler de oyun gibi geliyor bana, bulmaca çözer gibi geliyor. Seviyorum ödevlerimi yapmayı. Bu yıl devam ettiğim yazarlık atölyesi ödevlerinden herkesin beğendiği denemelerim burada da olsun istedim. Hazır mısınız?

Ödev: Ali Ayçil’in Bozkır şiirinde geçen, “Burada bir boşluğa kapı yaptılar beni” mısrasını hikayeleştirip yazın.

Kıdemli Boşluk

Gidiyorum ama faydası yok bu terapilerin. Yalnızlığın adı psikoterapi olmuş, yalan mı? Sıkışıp kalmış gibi hissetmesem, anlatacak insanım olsaydı içimde birikmezdi. Para verip sohbet satın alıyormuş gibiyim bazen. O da biliyor, yüzünde ince bir gülümseme ile sustuğu zamanlar bunları düşünüyor. Konuşmadığımız kimse kalmadı, diplomalı dedikodu seans gibi oldu. Görümceden, eltiden, kaynanadan girdik taa annem babam  la çocukluk zamanlarıma kadar gittik. O anlar bir gaza gelip anlatıyorum, sanıyor ki terapi çok iyi geçti.

İnsanın anlattıkları giysisidir, mahremine ulaşmak güçtür. Diyeceksiniz ki O da biliyor bunu, sen anlat oraya da sıra gelir. Baştan ne konuştunuz? Beraber bir yolculuğa çıkacağız, uzun, zor, yorucu ama sonu mutluluk verici…

Bugün beni çok darlayacak biliyorum. Önümüzdeki hafta Onu konuşalım demişti. Neyi konuşacağız? Müsrifçe harcanan yılları mı? Dokunulmamış saç telini mi? Yoksa değmemiş göz bebeklerini mi? Hiç anlatasım yok. Bu tokken önüme gelen en sevdiğim yemek misali, istiyorum ama yapamıyorum.

Hem ne anlatayım ki? Adeta burada bir boşluğa kapı yaptı beni. Hatta hem boşluktum hem kapı. İkisinde de hiç oldum mu diyeyim? Kapı gibi hissettim ama boşluktu her yanım, bir duvarım yoktu. Boşluk olayım dedim, bir zaman sonra kendimi kaybettim. Kapıyı yerinden söktüm bir gün. Tamam dedim, şimdi eşitiz. İkimiz de boşluktayız.

Hala boşluktayım, kıdemli boşluk oldum. Çok boşluk tanıdım, hepsinin de hikayesi farklı…

Yazmaya bir başlıyorsun bazen, kalem anahtar oluyor. Bir sürü kapı açıyorsun kendi içinde, gördüğün ne olursa olsun insana iyi geliyor. İşte bu yüzden yazı terapisi var. Herkes yazar olacak değil ama bir deneyin bak göreceksiniz. Hiç böyle düşünmemiştim halbuki dediğiniz neler çıkacak. Yazı terapisi yapmaya motive ettikten sonra hep mi düşüneceğiz biraz da gülelim kısmı…

Ödev: Herhangi bir haberden esinlenerek komik ögeler içeren öykü yazılacak.

Beklenen Oldu

Ben yer miyim bu numaraları? Güzel güzel yemekler hazırlamaklar, sürekli iltifatlar. Hiç samimi değilsin, neler olup bittiğinin farkındayım. Bunca yıl emekten sonra sıranın bana da geleceğini hiç düşünmezdim. Şeytan diyor bir kafa at, gömülsün malların içine.

Sevgiyle bakan iri gözleri, ona babacan bir hava katan iri gövdesiyle aklından bunları geçirdiğini kimse tahmin edemezdi. Hiç bir şeyden habersiz gibi durması düşünceleri ile tezattı ama belki bu hal işine yarayacaktı. En sevdiği yiyeceklerle hazırlanmış sofrası ve en sevdiği insan yanındaydı. Ama olacakları düşündükçe midesine kramplar girmeye başlamıştı. İştahım yok diyerek yemeği toynağı ile itti. Stresten kafasını salladıkça boynuna taktıkları çıngırak ötüp duruyordu. Bir de nazar boncuğu taktılar. Nazarlara gelesiniz can düşmanlarım diye homurdanıp kuyruğunu 180 derece salladı.

Dananın sahibi, “ne huysuzlandı mübarek, anlıyorlar sanki kesileceklerini” dedi içinden. Onlar da Allah’ın sessiz kulu sonuçta. Ah tosunum benim, Hz. İbrahim oğlunu düşünmeden sürmüş bıçak altına, kurban demek Allah’ın emri demek. Ne kasaplar istedi de vermedim ben seni. Koca gözlüm kurban olacaksın arşı alada diye düşünürken bir müşteri dananın başına geldi. Uzun uzun tokalaşıp, sonunda anlaştılar. Al hayrını gör deyip dananın ipini müşterinin eline tutuşturan adam son bir defa dönüp baktı. Avuçlarıyla yüzünü sıvazlayıp, mübarek olsun tosun dedi.

Mübarek olsun ne demek yaa?

Her gün sayımızın azalmasından sıranın yaklaştığını anlamıştım. Mübarek olsun ne demek yaa? Belki ben mübarek olmak istemiyorum. Belki çayırlarda yaşlanmak, ölmek istiyorum. Görürsünüz siz… Ne olduğunu anlamadan, ittirip çekip bir kamyona bindirdiler. Yol boyu uzaklardan dağları gördükçe içim bir hoş oldu, ölmek var dönmek yok bu yoldan.

Sakin bir mahallede durdu kamyon, o çok korktuğu caddelerde, kalabalıkta değil de alışkın olduğu sakinlikte bir yerde indirdiler. Ya Allah Ya Bismillah diyerek kafasını olanca kuvvetiyle sallayıp, koşmaya başladı. Bu güce karşı koyamayan insanlar bir süre ellerinden kaçan dananın arkasından bakakaldılar. Olanca hızıyla koşuyordu dana, önüne ne gelirse devirecekti. Nereye gittiğini bilmeden koştu. Bağıran insanlar, önlerine aniden çıkan danaya şaşırıp kornaya basan sürücülerle kızışan ortam tam bir kaos oldu.

Bir iki mahalle sürdü kovalamaca, sonunda kan ter içinde yakaladılar. Kırılan dökülen oldu ama kimsenin canına zarar gelmedi. Akşam haberlerinde dananın koşarken çekilen videosunun altına yazdılar. Beklenen oldu, danaları kaçırdılar…

Yazı teknikleri kadar yazım teknikleri de çok. Öğrendikçe dil zenginleşiyor, anlatım kolaylaşıyor, okur da keyif alıyor. Yeni ödev, sen dili ile kurmaca bir hikaye anlatımı….

İki Elif

Denizin kokusu hep iyi gelir bana, vakumlarcasına içime çekerim, hafiften ciğerlerim yanana kadar hissetmek isterim iyotu. İstanbul’un nispeten bakir kıyıları bana çocuk sevinci yaşatır. Hem koklar hem seyreder bir yandan da dinlerim. Denizi, dalgayı, kıyının kumunu çakılını arkadaş ederim kendime.

İşte yine öle bir günde görmüştüm seni. Ben oranın müdavimi olduğum için kendi yerime kurulmuş, hasbihaldeydim. Baktım uzaktan hafif boynu bükük, evde terliklerini sürüye sürüye yürüyen hasta edasında genç bir kadın geliyor. Hatta, Allah seni inandırsın hepimiz baktık. Deniz baktı, dalga durdu baktı, çakıllar başını çevirdi, iyot kokusu gitti sardı seni.

Bu bitkin duruşla fazla yürümez bu dedim, haklı çıktım sen çuval gibi bıraktın kendini kıyının az ötesinde. Oysa senin halin, kendini denizin soğuk sularına atlayarak bilemedin çıplak ayakla dizine kadar suya girerek çözülecek gibiydi. Rüzgar çıktı biraz, deniz bunu bilerek mi yaptı dedim içimden. Bir serinlik bir dinginlik geldi kıyıya. Tabiat ihtiyacın ne ise onu verir, sen söylemeden hatta bilmeden.

Dizlerini karnına doğru çekip, ellerini üzerinde kavuşturdun. Uzun uzun baktın derinlere, sonra kafanı dizlerinin arasına gömdün, sarsıldın. Anladım, ağlıyorsun. Daha rahat ağla diye gayri ihtiyari kendimi siperledim. Deprem oluyor sende, ölüm evi sessizliği ile izliyorum. Hıçkırıkların benim boğazımı düğümledi, yaktı genzimi durdu orada. Sen epey öyle kaldın, vav gibi…

Tanımadan, bilmeden gelip kucaklayım, kaldırayım, iki elif gibi sarılalım istedim. Senin derdin büyük, buradan anladım. Saf olan her şeyin gücü de fazla olur. Yıkılmış halin safiydi, karşıdan bakarken bile tesir etti.

Kalkıp gittin bir süre sonra, arkandan baktım. Geldiğin gibi ayaklarını sürüyerek değil, dimdik yürüyordun. Ama her dik duranın hali elif değildir, anlamıştım seni.

Yazı terapisi için ne düşünüyorsunuz? Bir oyun gibi kendinize ödevler verip yazın bak neler çıkacak? Ben bildiklerime, bilmediklerime şaşırıyorum. Hep ödev verip, kendimi şaşırtasım var. ne yazacağım diye merakla bekliyorum. Düşük doz adrenalin diyebiliriz. Hadi yazın…