Tutturduğu ilk oyuncağı bebek olmayan bir kız çocuğu olarak kırmızı üstü açık plastik arabam, sarı şeffaf telefonum, bisikletim babamın aldığı ilk oyuncaklarım. Yaşattığı heyecanlar ve hallaç gibi zihnimi havalandırmasıyla çok işe yaradılar doğrusu. Köy gençlerinin futbol maçı yaptığı toprak sahada bana bisiklet sürmeyi öğreten hatta aynı yerde ayaklarım yetmediği için sadece direksiyon çevirerek ilk şöförlük deneyimimi yaşatan, bunların arasında da bana hep hayatı öğreten koca çınar babam… İnsanın ilacı çocukluğunda saklı, bunu daha derinlere götürürseniz göbek bağından kök hücre saklayıp iyileşmeye kadar gider. Bu da cümlemi haklı çıkarır. Çocukluğunuzu iyi saklayın, saklayalım, saklasınlar… Mavi bisikletim ile bir doping etkisi yaptım şimdi, sıra sizde hatırlayın bakalım…
Şöyle düşünüyorum; çocuğa verilen ilk oyuncak aslında bir keşif aracı ya da bir ok işareti gibi. Arz talep meselesi ama anne baba misyonunda tecrübe ve içgüdüsel bir yönlendirme de olduğu için elimize ilk tutuşturulan, önümüze ilk konan oyuncak bizim ilk dürtücümüz. Pedagoglar ne dersiniz? Bunlar hep yazarken aklıma geliyor, bayılıyorum bu hallere. Bu bir savdır, doğrudur yanlıştır tartışılır ama gözlemlerim diyor ki, ilk oyuncak unutulmaz… Araba, telefon, bisiklet…
Üç tekerlekli bisiklet candır…
Kız kısmı işte bisiklet sürerken de pembeler…
Çocuklar için üç tekerlekli bisiklet ilk adrenalin kaynağıdır diyebiliriz. Gerek delicesine pedal çevirip kendini kamyon zannederek heyecanlanmak gerekse sizin yoksa da arkadaşınızın bisikletine binmek için sabırsızlanmak yabana atılmaz birer adrenalindir. Benim üç tekerleklinin arkada bir de kasası vardı (kamyon diye boşa demedim) Krem renkli selesi, zili, kasası ile römork ile traktör arası bir havası vardı. İlk başlarda epey havalıydı ama herkes iki tekere geçip bana yukarıdan bakmaya başlayınca cazibesi bitti gitti. Ama çok iyi hatırlıyorum iki tekerli bisikletlerle yarışa girdiğimi. Sen ağır vasıtasın neyine gerek! İnsan yedisinde ne ise yetmişinde de o. Yetmişinde de camları iyice karartıp yedi gibi yapacağım kesin.
İki tekerlekli bisiklet zamanı
Çocuklukta bir “iki tekerlekli bisiklet zamanı” kavramı olmalı bence. İşte o zaman geldi mi sanki biraz daha büyüyor, sosyalleşiyor ya da yalnızlaşıyorsun. Nasıl olacağına o zaman karar veriyorsun adeta. Bisikletle gruba katılıyor hatta hadi şuralara da gidelim diye elebaşılık yapıyorsan farklı, kendi başına takılıp basıyorsan pedala farklı bakıyorsun hayata. Amma derine indirdin konuyu demeyin bak, acık düşünün hakikat böyle. Benim iki teker bisiklete geçişim uzun sürdü, hep annem babam yüzünden. Bir numara büyük alınıp seneye de giyer mantığıyla ağırdan aldılar, olacak iş mi? Oyun dışı kaldım, yarışın sonuna kaldım… Babama ısrarlar, heyecanlı bekleyişler ama düşünüyorum da yahu o bekleme, ümit etme faslı ne güzelmiş. Hep öyle değil mi? Yüreğin pır pır etmesi nelere değişilir ki hele çocuk dünyanda.
Mavi bisikletim ile sıcak bir yaz akşamı önce bakıştık sonra da slow motion birbirimize sarıldık ve mutlu son… Allah’ım çıldıracağım, vitesli, kronometreli pırıl pırıl mavi bisikletim geldi. Böylesini hiç ummuyordum, heyecan dorukta ağzım sürekli kulaklarımda. Yalnız küçük bir mevzu var, daha kullanmayı pek beceremiyorum. Varan 1, ilk gün yoldan aşağıya uçtum. Olsun yara bere, çocukluğun madalyasıdır, benim acı duyacak halim mi var zaten. Keşke bazı anlardan şırıngalanıp kenara konabilse, şimdi damardan iki damla ne güzel olurdu. Varan 2, akşam bütün mahalle yazlık sinemaya gidiyoruz, aklım evde kaldı. Kedi gibi kucaklayıp götüresim var. Yok öyle mal mülk düşkünü değilim ama tekerler çekerler hep zaafımmış demek ki.
Ya sormayın, arkadaşlarımla da aram bozuldu mavi bisikletim yüzünden. Biz birbirimizi seviyoruz, anlaşıyoruz ama 3. kişiler yüzünden tadımız kaçıyor gibi bir durum. Adrenalinden sonra entrika da girdi hayatıma. Haset, çıkar, ego vs vs. Aslına bakarsanız junior boy bütün duyguları yaşıyoruz doğar doğmaz. Küçükken bisiklete ne anlam yüklersen ileride arabanın modeli onunki benimki karşılaştırması da devam ediyor. Mesela komşumuz Kadir abinin beyaz büyük bir bisikleti vardı süslü, modifiyeli. Şimdi bakıyorum da arabasına özeni, kimseyi umur etmeden kendi zevkini sahip olduklarına yansıtması aynı. Bisiklet metaforundan bu kadar malzeme çıkacağını ben de tahmin etmiyordum doğrusu. Şaşırt beni Begonvil:)
Bisikletin mi var derdin var arkadaş
Evet, aynı araba gibi, öncelikle park sorunu. Nereye koyacaksın? Başlarda evin baş köşesi olmak üzere yavaş yavaş dışarıya doğru bir yerleşme düzeni. Şöförlük pedala basmak değil, aksamı da bileceksin. Zincir attı, hadi bakalım nasıl yapılır? Lastikleri kontrol ettin mi? Sibop değiştirmek hatta patlayan lastiğe yama yapmak bile öğrenilecek, kışa girerken gres yağı ile yağlanacak. Dedi babam! Öğrendim, yaptım, sahip çıktım. O zamandan beri benim olana hep emek verdim. Baba iyi mi yaptın kötü mü bilmiyorum ki? Demirdir taştır emeği gösteriyor, parlıyor da insan çok vefasız… Babamın ne çok emeği, izi var üzerimde, kaç zaman bisikleti yükledi arabaya götürdü kışın da binersin evin terasında diyerek. He, bindim evet onu da yaptım. Çok zevkliydi, bir nevi ekstrem spor:)
İlk oyuncak unutulmaz…
Uzun yıllar atım oldu mavi bisikletim, ne badireler atlattık beraber zamanı gelince de başka bir çocuğun gözlerinde ışıltıya dönüştü. Anladım ki bu fasıl da bitti, hala biniyorum bisiklete. Kızıma bi tur versene diyorum, onun ilk bisikleti kafasının içinde nasıl bir kurguda kayıtlı bilmiyorum ama benim mavi bisikletim aklıma geldi mi hep dinamom çalışır. Önce tek el, sonraları eller havada sürmeler (düşmeler), ayağa kalkmalar, kız gibi sürüp erkekler gibi de yapmaya çalışmalar. Kızdın mı atlayıp bisiklete hızlıca kaçmak, belki o hızda ağlayıp birilerine saydırmak. Sonra bedenin yorgun kafan boşalmış eve dönüşler. Bir bisiklet bunları yapıyor mu? Bisikleti olanlar, atı olanlar hatta arabasıyla bunları yaşayanlar cevap versin o zaman… Ya da buraya da bir göz atın.
Bir gün de Begonvil’e ilk arabamı yazayım. Frenleri pek tutmadığı için yokuş aşağı kesinlikle park edemediğim, ilk zamanlar çalıştırırken bile kalbimin gümbür gümbür attığı, el frenini unutup zorla sürdüğüm ama kısa sürede taksi şöförü kıvamına girdiğim dül dülüm. Bu arada dül dül, kötü zayıf at ya da eşşek anlamında kullanılıyor ama çok tatlı laf…
Mavi bisikletim aklıma geldi, yazdım, şarjladım. Tavsiye ederim, siz de bir dönün çocukluğunuzda mutlu eden oyuncak hikayelerinize. Çok iyi geliyor, bunca mış gibilik arasında yorulurken kendi mışlı geçmiş zamanımız ilaç gibi. Çocukluğumuzu iyi saklayalım, ilaç niyetine şifa niyetine…
8 Haziran 2019, 14:21
Merhaba, elınıze sağlık bu güzel yazı için. Bu sayfayı da yeni keşfettim. Güzel yazılarınız var.Teşekkürler.
8 Haziran 2019, 15:00
Merhaba, beğenmenize sevindim. Belki bugün sizi de alıp çocukluğunuzun en tatlı ve kuytu köşelerine götürür bu satırlar. Güzel olur değil mi?
Çok teşekkür ediyorum..
8 Haziran 2019, 14:37
Çocuk olmanın güzel yanı, kaygısız olmak değil midir? İnsanın kaygıları olmayınca acıları bile mutluluk veriyor. Misal, lisedeki aşk acılarımız. Ne güzel de Yıldız Tilbe ile ağlar, Sezen Aksu ile derinlere dalardık… Dert bile, sadeliğiyle güzel. Ekstraları yoktu. İş, güç, hayat, mücadele gibi ek dertler yoktu. O dönemin tek derdi aşk acısıydı ve bu deneyimi de ağzımız acıya acıya, aynı zamanda doya doya yaşıyorduk.
Hadi daha da geçmişe gideyim:
Flu bir görüntüyle hatırlıyorum. 4-5 yaşlarımdaydım. Teyzem bana kurmalı polis arabası hediye etmişti. Hatırla: Anahtar gibi bir kolu klik klik klik çevirsin, bıraktığında anahtar dönerken araba da hareket eder. Çok havalıydı. Güzeldi. Yeniydi! İlk gün bir başka sevilir oyuncaklar. O gün çocuk aklı, yüksek bir yerden arabayı atıyorum, aşağıdaki arkadaşım da tutmaya çalışıyor. Birkaç kez bu saçma oyunu tekrar ettik. Sonunda tutamadı ve arabam kırıldı. Nasıl da üzülmüştüm… Aradan 25 yıl geçse de aklıma gelir hüzünlenirim. O anı, o duyguyu, o çocuk burukluğunu yaşarım. Nitekim bu anı da güzeldir. Sadece bir arabanın kırılmasına bu kadar üzülebilmek de bir lükstür çünkü tek derdin budur. Tek dert: Kırılan araba.
Dertler de sadeliğiyle güzel…
Çok güzel bir blog yazmışsın. Eline sağlık. Ben de şimdi bu yorumumu genişletip bir blog yazayım diyorum. Madem yılları geri sardın… 🙂
8 Haziran 2019, 15:45
:)Sanal alemde, şu blog dünyasında kendimi küçük mahalle bakkalı gibi hissediyorum. Müşterisi az ama samimi, bereketli, huzurlu. Şimdi tam yine öyle yaşadım bu yorumla, teşekkür ederim. Ama günün birinde grossmarket olursam da kapının önüne iskemleyi çıkarıp, ayaklarımı altıma alıp yarenlik edeceğim, başaka türlü mutlu olamam çünkü..
Mutsuzluğu algılamada ve yaşamada kaygı anahtar kelime. Büyükler için de öyle ama biz o kabiliyetimizi yitiriyoruz zamanla, buna da büyümek diyoruz bir de:( Sevdaların yaşanma biçimine de katılıyorum, bakınız top 10 müzik listeleri..
Kurmalı arabalar, minik parmaklarla açılan minik kapılar unutulur mu? Polis arabasının, daha kavuşma heyecanı sıcakken kırılıp gitmesi kötü olmuş ama kaygısız kayıplar listesinde öyle taze duruyor ne güzel. Üstelik evrilebilirse zihnimizde, kayıpların hüznü bile güzeldir yeri geldiğinde diyebilirsek bundan tatlı bir şey var mı?
Şimdi siz bu yorumdan bir blog yazısı da ben çıkarırım diyorsunuz ama, “dertler de sadeliği ile güzel” diye başlayıp kaptırıp yazasım var. Tam da bu sebeple dedim ben de “çocukluğumuzu iyi saklayalım” Çünkü insan derdini bile samimi, sade yaşamak istiyor.
Yılları geri sardım, bugün daha kaygısız daha derdimi sever hissediyorum. Çocuk gibi… İnsan niye blog yazar? Ben payıma düşeni aldım. Bakalım Miskin Adam’da neler yazacak:)
Selamlar.
8 Haziran 2019, 18:46
O sırada ben de bir şeyler karaladım ve yayınladım. Buraya adres bırakıp reklam kokutmak istemiyorum. Yorumlarda görüşürüz 🙂
Bu arada, küçük esnafı sevmem (şark kurnazı oluyorlar) ama vurgu yaptığın noktayı anlıyorum ve onaylıyorum. Amatör ruhunu kaybetmek istemiyorsun sanırım. Bence de yazmaya ihtiyaç duyan birinin amatör ruhunu kaybetmemesi gerekir. Her gün binlerce insanın ziyaret ettiği blog sitemi ihmal edip Miskin Adam’ı açmamın sebebi tam olarak buydu: Amatör ruhumu korumak ve içimden geldiğince yazmak…
8 Haziran 2019, 19:04
Aslında Miskin Adam e-posta abone olmuştum ama tekrar teyit edeyim ve hemen de yazıyı okuyayım.
Küçük esnafın maalesef şark kurnazı olanları da var. Ama bizim mahallede Tahir amca vardı, onu da yazdım.Tahir amcalar iyidir.. Amatör ruh her zaman her şeyde lazım, motivasyonu daha dinamik tutmak adına kuralsız özgün yazmak çok iyi fikir.
Bakalım ne yazmışsınız?
9 Haziran 2019, 13:02
Çocukluğu bisiklet üstünde geçenler el kadırsın demişler, geldik 🙋🏻♀️☺️
İkinci çocuk olunca ilk bisikletin miras oluyor. Ben pinokyo abimden sonra benim oldu. Vitessizdi ilk bisikletim. Ama yoldaşımdı gerçekten. Sonra da hep oldu hayatımda bisiklet. Hala da bisiklete binmek benim için harika deşarj yöntemidir. Üniv. sınavı sonrası TVden soru çözümlerini izledikten sonra o an stresimle ne yapacağımı bilemediğimde de imdadıma yetişmişti. İyice hızlanıp hafif bir yokuştan aşağı pedalsız inerken yüzüne vuran rüzgarın iyileştirme etkisine inananlardanım. Öyle işte, bisiklet güzeldir. Anılara gitmek güzel fikirdi sevgili Begonvil, teşekkürler… 🚴🏻♀️
9 Haziran 2019, 13:12
Hoşgeldin Sevgili Zerdali:)
Pinokyo ne tatlı isim, çocukluk hayalimizin adı, gıcır bi Pinokyo. Bisikletle giderken yüzünü yalayan esinti hatta daha çok olsun diye hızlanmanın keyfini bilmez miyim? Hala çok seviyorum bisikleti, bir şeyleri sürmek bilinçaltına bak kaçtık mesajı gönderiyor, o yüzden terapimsi bir yanı var belki.
İyi oldu bunları konuştuk, böyle yan yana sürer gibi. Bak o da çok güzeldir, en yakın arkadaşınla bisiklet+ muhabbet.
Görüşmek üzere🙋🏻♀️