Astral seyahat mi istiyorsunuz? Hayal gücü ile gerçekliğin güzelce karıştığı anlar mı lazım? O zaman kapayın gözünüzü ve en mutlu olduğunuz çocukluk anıları ile yolculuk yapın derim, haydi…
Anayoldan bizim oralara sapmadan önce köprünün üzerinden geçerdik. Denize kavuşan cılız bir dere üzerindeki köprünün korkuluklarına yaslanır, suya atlayan ya da bir taşın altından çıkan kaplumbağaları ya da paçalarını sıvayıp içinde balık kovalayanları seyrederdim. Anayoldan kıvrılırken köşedeki küçük bağ evine de mutlaka bakardım. Büyüklerin aksi olduğunu söylediği zayıf, tıknaz, yaşlı bir amca vardı. Dere kenarındaki bahçesini yaz kış eker, mahsulünü derme çatma bağ evinin önüne kurduğu tezgahına dizerdi. Dereden sonra göz alabildiğine yemyeşil bahçe. Hepsinin ayrı bir kokusu, sesi vardı ve hepsini içime çekerdim farkında olmadan.
Yol kenarında yabani böğürtlenler, dikenlerin, çalıların arasından uzanır, ye beni ye beni diye bağırırdı. Büyükler, sakın onlar yenmez dese de yerdik. Ağustos böceklerinin sıcakla beraber artan sesleri, deniz dalgalı ise rüzgarın çıkardığı serinletici uğultu hep kayıtlı kafamda.
Yolun sonuna doğru köşe başında metruk gibi duran otel bizim hayal platomuzdu. Çocukları kaçıran, polislerin aradığı suçluların saklandığı gizemli mekan… Adımlarımızı hızlandırır hatta o tarafa bakmadan geçerdik. Aklımızda hep büyüklerin telkinleri… Biri sana gel şeker vereyim derse sakın gitme, alma. Yabancılarla konuşma, akşam karanlığına kalma, denizde açılma gibi.
Keşfetmeyi, uydurmayı, mutlu olmayı buralarda öğrendim. Deniz kıyısı en sevdiğim keşif yerleri. O koca dalgalar neler taşır, durgun ve sakin sular neyi nazikçe kıyıya bırakır hepsi bir muamma. Büyüklerin göremediği hatta bazı küçüklerin bile ıskaladığı zenginliğe sahip bu kıyılar. Allah’ım ne merak ne gizem ne sevinç dolu olurduk yahu. Hele iki üç kişi isek yarış halini alır, kapan kazanırdı. İlginç bir şişe, kapak, küçük bir eşya parçası ya da hayaline sığdırdığın ne varsa. Taşlar ve deniz kabukları zaten mekanın sahipleri, onlara selam çakıp keşfe devam.
Sen hiç kalamar kemiği tırtıkladın mı?
Kalamar kemiği kuş gagasında…
Kıyıya vuran beyaz elips cisimleri hep sevmişimdir. Alt kısmı sert, üstü köpüksü. Tırtıklaması zevklidir, şekli de güzel. Oyunlarda tabak mı, silah mı, sihirli bir alet mi olur bilinmez. Kuş besleyenlerin özellikle topladığı kalamar kemiği bunlar. Mürekkep balığı ölünce kalamar kemiği beyaza döner, su yüzeyinde sandal gibi süzülür ve kıyıya vurur. Bol kalsiyumlu gaga taşı olur ve denizden havaya besin zincirini tamamlar. Vay arkadaş, şimdi kaç çocuk bilir bunu?
Tokyo terlik olmazsa olmaz
Tokyo terlikler giyilecek, yürürken fışırt sesleri çıkacak, aklın o seslere kayacak. Deniz kenarında suyun içinde kayganlaşınca ayak parmakları tekmili birden öne hücum edecek, karizma çizilirken düşme tehlikesi de yaşanacak. Ohooo daha neler neler? Ama olsun hepimiz tokyo terlik giyiyoruz, şartları birbirine eşit ya da yakın çocuklardık, şanslıydık. Ayağın büyüyene kadar başka terlik düşünmezdin ki. Hey gidinin capon terlikleri. Çocuk hafızamızda daha neler var neler?
Mıcır şekerleme bedava
Bazen deriz ya dili olsa da konuşsa, hah işte o yolların dili olsa da konuşsa. Mahallenin mıcır taşlı sokaklarında oyuna doyulmayan saatler geçirmek, çocuk olmak bu demek. Sıkışırsın onu bile tutarsın yeri gelir, çünkü ortamdan ayrılmak hiç istemezsin. Acıkınca imdada salçalı ekmek, ya da ekmek arası domates peynir yetişir. Ben salçalı ekmek sevmem, bahçe domatını ve peyniri ekmeğin kıyısını koparıp içine koyacaksın oh mis. Yorgunluğun böylesini özledim, şimdi yazınca anladım ki çok özledim.
Ne geniş bir hayal gücümüz vardı… Rengarenk sakız kağıtlarına yoldan topladığımız minik mıcır taşlarını sarıp şekerleme yapardık. Evcilik oynarken ikram eder, bakkalcılık oynarken de satardık. Oyuncaklar doyumluk oluyor ama ürettiğin işte böyle ömür boyu akılda kalıyor. Yollar asfalt, parke taş olunca tebeşirle çizip sek sek oynuyorsun, top peşinden daha rahat koşuyorsun. Ama toprak yolda koşmadan, taş ya da mıcır ayağına değmeden büyüyen çocukta eksik kalıyor bazı şeyler. Toprak organiktir, düşsen de zararı fazla olmaz ama betona çarptın mı kafanı…
Arkasından ne koşardık ama…
Serinlemenin en tatlı hali nedir?
Sokakta oyuna dalmışız, öğleden sonra sıcağından gölge yerlere kaçmışız. O ne? Müzik sesi geliyor yaşasın, Yedikardeşler Dondurma arabası göründü. Sarı dondurma minibüsü serap görmüş gibi koştuğumuz vahamızdı. Herkes evine koşturur, “anne ne olur dondurma alayım, çabuk para ver, bak beklemiyor hadiii” derdik. Her gün izin yoktu, annem eve gelip üstüne su içeceksin derdi. İzmir sıcağında yediğim dondurmanın boğazımı ağrıtma olasılığı nedir ki? İzin aldıysan hiç sorgulamazsın. Hemen koşturur, minibüse yanaşırdık. Sulu limon, sade ve çikolatalı dondurmayı fındığa bular verirlerdi elimize. Her seferinde ya bu adam ne şanslı, kim bilir ne kadar dondurma yiyor diye düşünürdüm.
Bahçeye gel
Bahçe, toprak bunlar var ya laboratuvar… Farkında olmadan bıt bıt büyümesini izliyorsun. Çiğdem, ayçiçeği ya da güne bakan öyle güzeldir ki. Çocukken bana kız gibi gelirdi onlar. Zarifçe büyür, uzar, çekirdeklerinin olduğu çemberi yüzü, taç yaprakları saçları, gövdesinde uzanan yapraklar da kolları. Daha dalında taze iken çembere dalıp bakayım olmuş mu diyerek alıp çitlemek, keyifli kaçamaktır. Çünkü bu çiğdemi biraz mundar eder ve anneler buna fena kızar. Ama kafası kesilip kurumaya bırakıldı mı insan bi hüzünleniyor.
Mısırlar ne yapıyor? GDO’suz, gayet organik. Onlar da çiğdemler gibi kenarlara dikiliyor. Baaak bahçe işi disiplin demek, kafana göre olmuyor, zamanla bunu anlıyorsun. O da insan gibi yahu, hele püskülleri. Bunlar da kız bence. En lezzetli haşlanmış süt mısırı, köz darıyı anne elinden yedik ya ne mutlu. Evet biz darı biliriz mısırı, simiti gevrek, çekirdeği çiğdem bildiğimiz gibi.
Yazları en sevdiğim gezmelerdi bahçelere gitmek. Bazen komşularla giderdik, bolca tembih ederdi annem “Dalından izinsiz koparıp yemeyesiniz, haram olur. Ağaç dibine düşenleri alın, helaldir.” Hayatın içinden öğretiler, bahçe dersleri vol bilmem kaç…
Kovadaki süpriz
Cemile teyzenin bahçesine yaban böğürtlenlerin arasından giderdik,. Toprağın renklerini keşfettiğim yollar. Yeni bellenmiş, yeni sulanmış, kurumuş, üstüne gece inip sabahı görmüş ve dahası. Hepsinin rengi ve kokusu farklı. En gerçek hali de kara topraktır o ayrı.
Serin avlulu, açık mavi badanalı, tek göz odalı bağ evi ve siyah iri gözleri, beyaz teni, hafif tombul endamı ve aydınlık gülümsemesi ile Cemile teyze. Görseniz bu bağ bahçeyi çeviriyor demezdiniz. Bir de tatlı dilli ki, animasyon karakteri mübarek. (Nur içinde yat Cemile teyze)
Avlusu asma gölgesi ile her zaman serin olurdu, ortamın vazgeçilmezi kara sinekler döner dururdu. Sahi bunlar niye hep döner? O gün yine kuyudan bir kova su çekip içine yeni topladığı salatalıkları koymuştu. Suyun serinini içine alan salatalıkları bıçakla dörde bölüp elime tutuşturdu. Aman Yarabbi bu ne güzel kokudur. Tuzlayıp verdiği salatalığın renkleri, kristalimsi çekirdekleri, kıtırt sesi ve kokusu. Bir kova salatalıkla avlusundaki herkesi doyuran, ağırlayan, memnun eden Cemile teyze…
Bir de kabak düşmüştü nasibime. Kucağımda oyuncak bebek gibi taşıdığım yeşil elbiseli sarı saçlı kabak. Eve gider gitmez küp küp doğrayıp, kavurup yumurta kırarak yediğimiz, tadı, anısı hafızamda saklı kabak. Nasıl desem? Sıradanlığı sıradanlık içinde yok etmek gibi bir şey. Bence hepimizin ihtiyacı bu…
Hatırladım ne iyi oldu, ruhuma serum taktırmış gibi oldum. İçimdeki de sevindi, sıkıcı umutsuz mutsuz halim hiç çekilmez. Çocukluk anıları önemli, hafızanın kök hücresi…