İnsanların, ülkelerin uğruna savaştığı ne? Kendi içimizde hep yinelenen, giderek globalleşen mücadelenin adı ne? Ego, ene, ben… Hepsi aynı kapıya çıkıyor, ego savaşları… İnsan yaratıldığından beri sürüyor bu savaş… “Ben” deyip Adem (A.S)’a secde etmeyen ve cennetten kovulan şeytan, hırsını insandan çıkarmaya devam ediyor. İzin verildiği için, aydınlığı anlamaya vesile olacak karanlık olduğu için… Putlar, sanemler cahiliyye devrinde mi kaldı? Acaba? Para, mevki hırsı, hepsi benimcilik putlaştırılmış sözde idealler değil de ne?
Dağların almaktan çekindiği, bizim talip olduğumuz emanet… Ben, ene, ya da ego… “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik. Hepsi de onu yüklenmekten kaçındı ve ondan korktu. İnsan ise onu yüklendi. Gerçekten insan çok zalim, çok cahildir.”*
“…Cenab-ı Hak, emanet cihetiyle insana ene namında öyle bir miftah (anahtar) vermiş ki; alemin bütün kapılarını açar ve öyle tılsımlı bir enaniyet vermiş ki; Hallak-ı Kainat’ın, künuz-u mahfiyesini (gizli hazinelerini) onun ile keşfeder.”**
Emanet çok kıymetli ve güçlü, en önemlisi Allah’la yakınlaşmak için tutunulacak bir dal. Ama doğru kullanılmazsa ene ya da ego, zalim ve cahil uyarısı yapılan insanı en diplere atan, onu sıkıp boğan bir dal aynı zamanda.
Elimize verilmiş tılsımlı bir anahtar… Kendini anlamak için, tüm kainatı ve her şeyi Yaradanı anlamak için.
Bir ölçü…Yapabileceklerimizin sınırını görmek, ben bunları yapıyorsam her şeyi yapabilen kim diye sormak için…
Biraz düşününce en basit sürtüşmeden, en şiddetli kavgalara ve savaşlara kadar hepsinin özünde -ben- kavgası var. Yitirdiklerinin sayısı giderek artınca, kendine gelen de var. Ya hep ya hiç diyerek, kıra döke yoluna devam eden de var. Kazanan kim? Yok. Ego savaşlarının kazananı yok. Savaşın kendisi üzerine kurgulanmış bir düzen bu. Pohpohlanmış kimliklerin içinde ufalmış şahsiyetler var. Her şeyi yapabilirim iddiasında, hepsi benim havasında, bırakın etrafını haşa kendini yaratanı unutan zihinler var. Hepimizin bazen içine düştüğü bazen teğet geçtiği bazen de kurtulamadığı bir girdap. Öyle ki bir kere kapıldınız mı, farketseniz bile uzaklaşmak için hep akıntıya ters yüzmek zorunda kaldığınız bir mücadele bu. Zorluğa talip olmuşuz… “Muhakkak ki zorlukla beraber bir kolaylık da vardır.”*** Kolay olsaydı kıymeti bilinmezdi, kolay olsaydı ebedi hayatı getirmezdi bize…
Bir kapının önünde durup, elinde anahtar o kapıyı açmamak/açamamak nasıl bir gaflet, nasıl bir tutukluk? Üstelik kapının ardı, bildiğimiz kelimelerle anlatılacak cinsten değil. Anahtarı kullanmadan ben yaparım diye kendimizce inşa etmeye çalıştığımız gölgenin, kendisi, menbağı, kaynağı… Kırmızı bir kadife kutuda saklanan ama ne işe yaradığı, neleri kazandıracağı sorgulanmayan hazine anahtarları gibi ben duygumuz. Bizim olan hazinelere bizim olan anahtarla ulaşamamak gibi bir şey ego tuzağına düşmek…
Öyle alışmışız ki ben demeye, günümüzü çalıyor bizden. Sevdiklerimizden uzaklaştırıyor, yalnızlaştırıyor. Oysa insan aldığı emanetle daim, rabıtası ne düzeyde olursa olsun Yaradanıyla beraber… Anahtar elimizde. Ene, ego bir anahtar… Kendini bilmek, tanımak ve mutlu yaşayıp ebediyeti de kazanmak için. Dahası, kazandığını sanarak yaptığı zulüm ve haksızlıkları anlaması, vazgeçmesi, tövbe etmesi için bir kurtuluş kapısı.
Ben varım bu dünyada ama hepsinden önemlisi beni yaratan var. Öyleyse…
*Ahzab 33/72
**30.söz
***İnşirah/5