Radyodan yayılan şarkının nağmeleri bütün evi doldurmuştu. Radyo çalan ev, melodi olan ev mutlu evdi, yaşayan evdi sanki. Yemek pişmiş, onun da kokusu yayılmıştı. O koku, biz bir aradayız, şenleneceğiz paylaşarak demeye geliyordu. Sıradan şeyler bile birlikte ne anlamlar kazanıyor, o yüzden belki insan mutlu olduklarından hiç ayrılmak istemiyor. O yüzden belki insanın yuvası canevi oluyor.
Git mutlu olacaksan beni düşünme
Sen iyi bak kendine beni dert etme
Önce beni bir dinle bir bak halime
Beni böyle bırak git git gidebilirsen...
Beni bırakıp gider misin?
Yaşlı kadının gözleri doldu, ardından boşaldı tüm soru işaretleri, korkuları… Beni bırakıp gider misin diye sordu bir ömürlük eşine. Artık hastayım biliyorsun, hiç bir faydam yok sana. Yemek bile yapamıyorum doğru dürüst, namaz surelerini de karıştırıyorum artık, hastayım ben… Gözyaşları hıçkırık oldu, koca kadın çocuk gibi ağladı. Zaten sevmek de buydu, sevdiğinin yanında çocuk gibi ağlayabilmek, duygularına hiç sınır koymamak…
Eşi, koca çınar… Ama bir o kadar da yufka yürekli, belki tüm erkeklerin sadece sevdiklerine gösterdikleri gibi. Gitti sarıldı hanımına, o da başladı ağlamaya, “Ben seni bırakır mıyım hiç. Ben yaşadıkça, arkandayım. Sen benim her şeyimsin.” Hastalık unutuldu, acabalar uçtu. Sevgi sükunetmiş…Bildiler…
Vefalı bir adamdı, adam gibi adamdı. Sadece karısına karşı değil, dünyaya duruşu aynıydı. Öz, söz bir… Eyvallah yok kimseye, gitti mi yerine yenisi gelmeyecek olanlardan biri. Birine canevi olmak nasıl bir koca yüreklilik nasıl bir baba yiğitlik? Şu dünyada boş yaşamadan gitmek, eserin olmasa da sedanı bırakmak ne kıymetli. Of ki off.
Yaş aldıkça gençleşen ne var?
Birbirini biraz geç bulmuş bir çiftti, sanki beklemişler ve sonunda kavuşmuşlardı. Zor elde edilen daha kıymetli olur ya, onlar da hep kıymet bilmişler ve hiç yanıltmamışlar birbirlerini. Geç olmuş ama tam olmuş , biricik çocukları da can katmış sevgilerine. Ama hiçbir zaman sütliman olmadı yuvaları, bulutlar dolandı durdu. Savaştıkça güçlendi bağları, kimilerini daha hırslandırdı bu ama onları hep yakınlaştırdı. İnsanların çekiştirmesi bitince, hastalıklar başladı. Kesilen, yontulan değerli taşlar gibi dışarıdan dert görünen her şey onların sevgisini şekillere soktu, kıymetlendirdi.
Git yolun gülle dolsun güller dikensiz
Beni böyle bırak git git gidebilirsen…
Radyoda çalan şarkı için bizim şarkımız dediler, bırakıp gitmemek, her koşulda sevmek üzerine söylenmiş sözler tam onları anlatıyordu. Daha zor günler de geldi, hastalık arttı, yenileri eklendi. Yorucu ama ümitsiz tedavi süreçleri başladı. Sevdiğine anne-baba olmak, onu bir çocuk acizliğinde görmenin sızısını yaşadı yürekleri. Her zor anı, mutlu bir anı karesi sildi götürdü. Sevgi , bitmeyen tükenmeyen ümit demekmiş, o yaşta anladılar. Daha öğrenecek çok şeyimiz var diye daha çok sarıldılar. Yaş aldıkça gençleşen tek şeyin sevgi olduğunu her halleriyle anlattılar herkese. İnsanın sevdiceği canı, canı da eviymiş, canevi bu demekmiş işte.
Hastalıkta sağlıkta…
O gün, kısa zaman sonra geldi. Ayrılık vakti, helalleşme vakti, sonra görüşürüz deme vakti… Yine buluşacağız inancı teselliydi ama karısını, sevdiğini yitiren yürek biraz divane oldu. Evlere sığamadı, kah ağladı kah acısını kendine bile anlatamadı. Biricik yadigarı ile kaldılar. Ama yorgun yürek iki yıl geçmeden ağır hastalandı, sabır ve sevgiyi gösterme sırası çocuğa geçti bu defa. İki yıl sürdü zorlu hastalık zamanları , eşini çocuk gibi bakana, şimdi çocuğu çocuk gibi bakıyordu. Anne babasının sevgisini görerek büyüyen çocuk onların birbirine bağlılıklarını, sonrasında babasıyla da sevginin hep emek olduğunu görerek büyüdü. Canevini büyüttü, içi boş da olsa yalnız da kalsa kıymetini bilmeyene gerek yok candan kalbin sevgisi.
Sonra ne mi oldu? Ayrılık vakti, bu defa çocuk divane yüreğin iyileşme yılları… Ne oluyor biliyor musunuz? Gidiyorlar, tatlı ya da buruk anılar kalıyor, yaşadığımız her yerde her zaman onların boş sandalyeleri kalıyor. Onlara dair ne varsa hep aynı kalıyor…
Nasıl başardılar böyle sevmeyi?
Gözünden sakınarak, koşulsuz güvenerek beraber yaşamak ne güzel şeydir. Böyle insanlara hastalıklar, dertler, hayat pahalılığı hatta fikir ayrılığı bile bir şey yapamaz. Şimdi iskambil kağıtlarından yapılan oyuncak evler gibi sevgiler, bir üfürüğe bakıyor yıkılması. Ama canevi sağlam olanlar ömürlük yaşıyor, arkasında bıraktıklarına da öğretiyor güzel sevmeyi. Onlar giderek azalıyor ne yapacağız? Sevgiye, vefa ve erdeme olan inancımız da azalıyor nasıl taze tutacağız? Onlar gibi yapacağız, eksik de olsa bazen yanlış da olsa bir canevi olacak insanın. Yuva bildiği, ömürlük dediği…
3 Haziran 2016, 13:16
Sever iki kişi birbirini bir yuva kurulur. Sonra çekiştirir durur birileri. Onlar bitti diyince hastalıklar kapıyı çalar. Gelene gelme denmez o da kabul edilir ve geçer bir ömür. Geriye herkesin yaptığı kalır. İyilik de kötülük de insanlar unutsa hesap günü unutulmaz. Sevgi bağdır. Zorluklarla yıpranmayan. Sevgi tutar ellerimizden. Zorluklarla daha sıkı sarılır… güzel mini bir hikaye…
3 Haziran 2016, 13:20
Hayatlarımız hikaye aslında. Asıl olan sevgi, önce Yaradana sonra yaratıp sana nasip ettikleriyle sevgiyi paylaşmaya. Didişme yok fıtratta, paylaşmamak yok. Olmamız gibi yaşamadığımız için sancılıyız. Sevgi en güzel yanımız.
15 Ağustos 2016, 23:04
Yazilar çok güzel. Sayfayi açik biraktim zaman zaman ugrayip okuyacagim 😊
15 Ağustos 2016, 23:17
Her zaman beklerim, hikayeler hepimizin hep aklından geçen hep dilinden dökülenler olduğu için çok seviyoruz. Sevgiler..