Huzur veren şeyler istiyorum… Hemen bir deniz kenarı bulmak lazım, ya rüzgarı alır götürür ya da dalga sesi iyi gelir. Ama şehirde sıkışmış sahiller her zaman işe yaramaz söyleyeyim. Doğallık ve sakinlik de olacak ki deniz fısıldasın…
Hiç balıkçıların ağ çekmesini izlediniz mi?
Evet diyenler bilirler ne keyifli ve sürükleyici bir seremonidir. Fotoğraftaki gibi ama daha büyükçe teknelerden ağlar denize atılır, bunun öncesinde daha çok gecenin sessizliğinde ya da günün ilk ışıkları ile beraber önce balıklar bir araya toplatılır! Tekne yavaşça süzülürken, kürekle tabana vurulur, balıklar böylece ağa doğru yönlendirilir. O ses güzeldir, balıkların sonudur belki ama huzurludur. Tekne kıyıya yanaşır, çapa atılır. Balıkçılar kıyıya çıkıp ağın her iki ucundan çekerler. Büyük bir U olustururlar, ellerindeki ipi ağın kalın ipine dolar çekerler, sahilde yer kalmayınca bırakır öne geçer, yine çekerler… Bu böyle devam eder ta ki ağ gelene kadar. Bazen bir türkü tuttururlar, bazen de ağırlaşan ağı kuvvetle çekebilmek için aynı anda sesler çıkartır balıkçılar. Hepsi güneşten yanmış tenleri, ağ çekmekten iyice büyümüş kol kasları ile savaşçı gibi görünürler. Bir çocuk gözünde masalsı karakterler gibi adeta…
Asıl cümbüş ağ kıyıya ulaşınca başlar, ağın içinde kaynayan bir gümüş yumağı gibi görünür balıklar. Baştan beri merakla izleyen çocuklar deniz suyu ile doldurdukları torbalarla hafiften yanaşırlar. Balıkçılar büyük balıkları, nadide parçaları ayırır. Denize atılacakları da savurur. Bu işlemler sırasında can havliyle fırlayan balıkları toplayıp torbaya atmak en sevilen oyundan bile güzeldir. Küçüklere balıkçılar ses etmez ama irice olanları da vermez. İnsanlar toplanmaya başlar, balıklar canlı canlı satılır. Çocukların hayali ise kapıp poşete koydukları o balığı suyunu değiştirip orada büyütebilmektir. Kısa sürer, ya kedi ya da diğer balıklarla mutfakta son bulur balığın macerası. Ben de o çocuklardan biriydim, ağlarını toplayan balıkçılar bir gün bize su getirsene dediler. Suyu içtikten sonra da bir torba dolusu balık verdiler bana, o gün hayatımdaki en lezzetli balıkları yemiştim, kendim tutmuş gibi…
Denize taş atmanın dayanılmaz hafifliği
Deniz huzur verir…
Mesela denize taş atmak da huzur verir. Artık kafanda ne varsa ona göre fırlatırsın taşları, hızla, hiddetle, yavaşça içinde ne varsa onun gibi. Bir süre sonra rahatlarsın, taş atarken düşündüklerin kafanda ampul gibi yanar bazen, buldum der gidersin ya da kabul der pes edersin. Ama bir rahatlama olur, suda oluşan cup sesinden, dalgaların sesinden, denizin kokusundan bir huzur olur. Bu kadar taşı atıyoruz yine buralar taş dolu diye aklınızdan geçerse benim gibi, bilin ki deniz de bize atıyor içindekini. Dinlemek lazım ne diyor…
Bir de denizde taş kaydırma var, o biraz ustalık ister. İnce, yaygan taşlar olacak, duruşunuz çengel gibi yana doğru kayıp, suya paralel atacaksınız taşları. 1,2,3,5, 7… artık ne kadar ustaysanız o kadar çok seker. Huzur verir ama boy veren yerlerde kimin ayağını acıtırsa o taş kulaklarınızı çınlatırlar! Ne taş atıp duracağım, olta sallarım daha iyi mi diyorsunuz? Yaptım, onu da yaptım.
Balık tutmak, olta sallamak da huzur veriyor. Küçükken babamın oltalarını alıp, ucuna ekmek takıp, misinayı parmağıma dolayıp, ucundaki kurşun parçacıkla atabildiğim kadar uzaklara atardım. Ekmekle balık tutulmaz ama sülünes denilen balık yemi de hiç elle tutulacak bir şey değil…
Huzur veren bir şeydir deniz iyidir, kokusu, sesi dost gibi kucaklar, sır tutar, sarar insanı.
Dağlar dağlar kurban olam yol ver geçem
Yeşil huzur verir…
Huzur veren şeylerden biri de yeşil… Bedava olan, insan eli değmeyen şeylerin huzur verip iyi etmediği insan var mıdır acaba? Ciddi paradoks ama insanoğlu zaten düzden, laftan anlamıyor, paradoks iyidir. Büyük şehirler, beton yığınları insanı mutsuz etmek için inşaa ediliyor sanki. Aklını kullanan, kendini seven kaçıyor. Şehrin içine sıkışmış koruluklar ve çevresindeki kalabalık kafeler artık yeşille huzur bulmak için yetmiyor.
Hayat cesur kararlar istiyor, ya karar ver uygula ya da sus otur diyor. Oturanlar ve gidenler… İkisi arasında olsam da kaçabildiğim kadar kaçtığım doğa/yeşil firarları bana huzur veriyor. Temiz havayı içime çekmek, yeşille dinlenmek, yanımdakiler kolumdan çekiştirse de içimden gelenleri bağırmak gibisi var mı? Hemen ekliyorum, bağırmak/haykırmak da huzur verir bence, ama öfkeyle bağırmak anlamında değil içinde tuttuğun, cesaret edemediğin ne varsa yüksek sesle söylemek. Suya söyleyin dinler, dağa söyleyin cevap verir. İşte öyle…
Çocuk kalabilmek huzur verir…
Çocuklar gibi… İşte huzur formülü bu, ne zaman ki büyüyüp kurgu, taktik, hesap kitap başlıyor ne zaman ki dünyalı oluyoruz huzuru ara ki bulasın. Çocukken deniz kenarında dolaşıp denizin kıyıya attığı sürpriz ne varsa onları bulup oyun malzemesi yapmaya bayılırdım. Ya da sulanmış, dinlenmiş bahçeden toprak avuçlayıp tencere, kapak yapmak. En zevklisi de kapağın üstüne minicik bir kulp kondurmak, sonra bunları güneşte kurutup oyuna dahil etmek. İyice kurudu, oynarken parçalandı mı hiç bozuntuya vermeden yenisini yapıp oyuna devam. Bozuldu diye üzülmek yok, yaşasın yeniden topraktan tencere yapacağım diye sevinmek var. Bu formül büyüyünce neden uygulanamıyor?
Şarkının sözlerinde Sabahattin Ali’nin dediği, “Bende hiç tükenmez bir hayat vardı/ Kırlara yayılan ilkbahar gibi” Hayat enerjisi azalınca, ilkbahar misali yeni başlangıçlar da zor oluyor. O yüzden çocuklar gibi kalmalı bir taraf, huzur veren şeyler için… Baktın çocuk olamıyorsun, o haller bizi bozar diyorsun (Hiç katılmadığım görüştür, azıcık da bozuk olsun bir şeyler. Elmanın armudun bile yamuğu makbul sana ne oluyor diyesim gelir..)
Şimdi düşünün yeşil bir yolda, dağların arasından kıvrıla kıvrıla gidiyorsunuz, pencereyi açtınız, derler ya efil efil temiz hava… Ya da her yanı gıcırdayan, konforsuz bir köy minibüsünde başınızı dayamışsınız cama, ağaçtır, tarladır dalmış gidiyorsunuz tanımlayamadığınız bir huzurla…
Siz de yazın huzur veren bir şeyler…
3 Haziran 2018, 23:13
Bahcem ve doga bana büyük huzur verir 😊
4 Haziran 2018, 00:42
Toprakla uğraşabilmek lüks haline geldi neredeyse, ayağı toprağa değmeden ömür geçirenler var. Toprak, doğa huzur kaynağı, şanslısınız..:)
4 Haziran 2018, 14:58
Bu yazın okuma listemde görünmemiş sevgili Begonvilim..dolayısıyla Google topluluklarda görünce üzüldüm.
-Bak görüyor musun hem dostun yazısını kaçırdım hem de çok önemsediğim huzur ile ilgili olan yazıyı kaçırdım diyerek üzüldüm.
Huzur demişsin ve denizi göstermiş herşey,evet deniz huzurun ta kendisi sanki,benim için de öyleydi her zaman ve çocukluk..onların saflığından huzur her zaman mevcut çocukların dünyasına bu yüzden pek müdahale etmemek gerek kimbilir belki de dünya üzerinde henüz kaybolmamış saf huzur onların içinde yaşatılmaktadır..
4 Haziran 2018, 18:58
Wp’ye geçince şimdilik Blogger okuma panelinde görünemiyorum ama halletmeye çalışıyorum, burada mail/abonelik var.. Ama ben blogger e girip takip ediyorum yine de.
Huzurla ilgili söylenecek çok şey var, yüzeysel geçip aklıma gelenlerle bir ferahlayım dedim, işe de yaradı. Deniz derken çocukluk, anılar burnuma bir iyot kokusu, yeşil hayali iyi oldu. Biliyorum ki asıl kalp Allah’ı anmakla gerçek huzuru bulur ama bazen nakıs tarafım inatla tatsızlık çıkarıyor. Çocukluk dedik ama dünyanın ahir zamanı belki en çok onlar çekiyor son zamanlarda.. Bilemedim, hamdolsun..
Gel ara sıra yine..
5 Haziran 2018, 22:44
Deniz.. uçsuz bucaksız görünen sonsuzluk hissettiren, rahatlatan en büyük huzur kaynağım ❤
6 Haziran 2018, 01:05
Deniz insan gibi, bazen sakin bazen öfkeli ve çok itaatkar bir kul gibi geliyor bana. Uçsuz bucaksız görünen ama duracağı yeri bilen bir kul gibi. Belki ondan yakın hissediyoruz kendimize:)
16 Haziran 2018, 00:46
Sabahın en dingin saatlerinde,minicik bir domates bahçesinin kıyıcığındaki tek katlı evin geniş balkonunda kızaran domateslerle beraber güneşi içmek ya da sıcak bir yaz gününün tatlı rehavetinin tembelliğinde salkım söğütler altındaki bir dereciğin serin koynunda gözünü ve gönlünü dinlendirmek. İşte huzur…
16 Haziran 2018, 01:21
Tam da dediğiniz gibi, sade ve yaradılışın doğal seyrinde olanlarda var huzur, sonradan icat ettiğimiz bir çok şey kandırmaca. Çok güzel tasvir etmişsiniz, domatesleri koparırken sıcakladım sonra derede serinledim adeta. Bir tatlı huzur oldu bende:)
Bu arada ramazan yazınızdan sonraki okuma panelinde görünüyor ama blogda yok, farkettiniz mi bilmiyorum?
16 Haziran 2018, 15:28
Evet sevgili dost yeni farkettim. Aslında taslak halindeydi nasıl o hale geldi bilemedim. Bayram yoğunluğu geçsin el atacağım.
16 Haziran 2018, 16:26
Merakla bekliyorum, kolay gelsin:)
27 Ekim 2020, 22:55
Bir evladın küçük ellerinin avucumda bıraktığı sıcaklık benim huzurum.
27 Ekim 2020, 23:39
Uzun zamandır o sıcaklığın huzuruna tutunuyorum ben de.. Ne güzel dediniz.
12 Kasım 2020, 15:07
Gerçekten mükkemmel bir yazı olmuş çok beğendim bir çok şirket tanıtım yazısı satışı yapıyor mutlaka oralar ile görüşün derim. Bu içerikleriniz fazlasıyla değerli.
13 Kasım 2020, 17:24
Yazmayı, kendimce fotoğraflamayı ve dijital arşivime not düşmeyi seviyorum.
Teşekkür ederim..
22 Kasım 2020, 20:27
Harika bir yazı. Okudukça okuyasım geldi. Emeğinize sağlık 🙂
23 Kasım 2020, 12:53
Salgın sürecinde huzur bulduğumuz basit şeylere bile ulaşamaz olduk kimi zaman, onun verdiği bir hasret var hepimizde.
Az da olsa huzuru hatırlattıysa yazdıklarım ne mutlu..
4 Aralık 2020, 22:22
Su gibi aktı okurken . Harika
5 Aralık 2020, 19:22
Huzur veren şeyleri hatırlamak iyi geliyor insana. Teşekkürler
9 Mayıs 2024, 03:33
Huzur veren şeylerden söz ederken huzur veren ve sevgiyle gülümseten bir yazı kaleme almışsınız.
Ne mutlu bana ki okumak nasip oldu.
Bana rüzgar huzur veriyor!
9 Mayıs 2024, 09:45
Çok teşekkür ediyorum, ne mutlu bana ki böyle bir his bırakmışım.
Rüzgar da bazen eşsiz bir huzur veriyor gerçekten, bir şehri sadece rüzgarı ile bile hatıranızda sımsıcak saklayabiliyorsunuz.
11 Mayıs 2024, 15:55
Katılıyorum size, İzmir ve imbatı geldi aklıma!
11 Mayıs 2024, 19:42
Bir İzmirli olarak rüzgarlarını hissettim şu an. Güzel anlara kodlanmışsa çok huzur verir..