Hayal gücü bilgiden daha önemlidir, böyle demiş Einstein. Arada katılmadıklarım olmakla beraber söylediği bir ton güzel ve doğru laf var. Sadece akıla, kuantum teorilerine dayanmayan ve içerilerden geldiği belli olan sözler. İçeri olmadan dışarı olmuyor tabi. İster dahi ol ister aşırı sıradan içerisi olmadan hep dışarısı dersen uyduruk kovboy filmlerindeki kasaba evleri gibi oluyor insan, önü eğreti arkası boş…
Hayal gücü olmadan olur mu tabi? Bir düşünsenize, hayal gücü olmayan bir çocuk… Bütün enerjisi çekilmiş, gülümsemesi alınmış, ışıltısı uçmuş, robot gibi bir şey olur. Hele ergenlik ve ilk gençlik, hayal gücünün tavan yaptığı zamanlar. Bu dönemler kanalize edilen, fark edilen hayal gücü bugün hayatımızı güzelleştiren ve kolaylaştıran pek çok projenin esin kaynağı olmuştur belki de. Yetişkin oldunuz, monoton hayata girdiniz her şey bitti mi? Böyle düşünürseniz bitti, üzgünüm. Oysa hayal gücü damlalıkla hayatın içine akıttığımız, iksir ve lezzet. Ondan vazgeçen yavan yavan yaşayıp gidiyor bence. Sevdiğini hayal edeceksin, sevmediğini hayal edeceksin, gerçeğin provası gibi düşününce hayaller hayatın olmazsa olmazı. Üstelik küçüğü büyüğü yok bunun, güzelliği de orada belki. Sana özel, herkesten önce ve hep ilk senin bildiğin, tükenmez bir güç. Vaaoovvv değil mi? Çocukluktan başladık buraya kadar geldik, e peki yaşlılar? Hiç yaşlanmayan ve asıl olan ruhun sırrı da hayal. Aklın varsa cenneti hayal ederek ve o kurguda yaşa. Zor değil, herkese eşit dağıtılmış, yenilenebilir bir enerji kaynağı.
Sen biraz hayalperest misin acaba Begonvil Sokağı? Yok, inanın yeterince değil. Ben hayal etmek kadar hayallerinin peşinden gitme ve izini sürme kısmındayım. Kendine sıradanlaşmış, ışığı gitmiş olmamak için direniyorum ama hayal gücü bilgiden önemli olsa da ikinci levele geçersen bilgi, emek ve hayallerini paylaşacağın doğru insanlar da lazım öyle boş boş havaya bakıp durma da diyorum kendime. Hayırdır! Bir buluş bir proje bir müjde nedir bunca lafın sebebi derseniz eğer cevabım hayır, sadece rutin kendime iğne batırma ve hişşt uyuma hallerim. Bu arada gerçekleşmeyecek hayallere de fazla takılmamak lazım eğer bir mucit ve dahi durumunuz yoksa olmayacak duaya amin dememek en iyisi, Einstein işin bu kısmını pek bilmiyordu hatta önemsemiyordu sanırım zira bunları da bilseydi cübbeli, sarıklı, yine azıcık çılgın bir islam alimi olurdu belki. Sonuçta kuantum teorisi denen de insanlığın yavaş yavaş çözmeye çalıştığı kainatın sistematiğinden başka bir şey değil.
Portakal Ağacı hayallerini gerçeğe dönüştürmüş bir blog…
Dün, Türkiye’nin en başarılı bloglarından Portakal Ağacı‘nın katıldığı “Sosyal medyada hayra vesile olmak” konulu bir söyleşiye katıldım. En başarılı bloglarından diyorum çünkü 15 yılı aşmış ve blog yazarlığını sinerjiye, somut projelere dönüştürmüş bir blog Portakal Ağacı. Aslında bir yemek blogu ama hayatı ve idealleri başarıyla bu konseptin içine sokmayı başarmış biri, açıkçası yemek kısmı benim birincil ilgi alanım değil. (Güzel yemek yaparım, aklınıza tembel filan gelmesin!:) Zaten artık Portakal Ağacı da blog olarak aktif değil, sosyal medyada özellikle instagram üzerinden farklı konularda bilgi ve görüşlerini paylaşan ve hayır amaçlı projelere ağırlık veren bir kimlikle yoluna devam ediyor. Şanslı biri, bunun kendi de farkında ve açıkça söylüyor, şükrediyor. Çünkü Boğaziçi mezunu olup aynı zamanda bilişim sektöründe söz sahibi babanızın işinde bu tür yetenekleri pişirmek sonra yine bu sektörde yapım şirketi olan ve size destek bir eşinizin olması herkese nasip olmaz. Olabilir de ama şöyle şık bir blogum, beni fenomen yapan takipçilerim ve rahat hayatım deyip egosantrik sularda boğulmak da var. Portakal Ağacı işin o kısmını aşmış görünüyor, blog yazarak başladığı bu süreçte şimdi oluşan sinerji ile takipçilerini sesini duyurduğu projelere kanalize ediyor ve bunu bir misyon kabul etmiş. Az önce söz ettiğim hayallerini paylaşacağın insan/ların önemine de vurgu yaptı. Hayal ve misyon kelimelerini bazı yerlerde birbirine çok yakın görüyorum. Hayal ettiklerinin insanın hayatta kendine biçtiği misyona yakın olması hem gerçekleşme hem tatmin adına gerekli değil mi?
Bloglardan söz ederken, 15 yıl önceki blog dünyası ile bugünün farkını sordum, Portakal Ağacı da artık eskisi gibi blog okuyanın pek kalmadığını düşünüyor. Maalesef kabul görmüş ortak bir tespit bu, artık uzunca hiç bir şey okumak istemiyoruz. Seçici olmayı gerektirecek kadar çok blog var ve sosyal medya özellikle instagram ile bu ihtiyaç karşılanır oldu. Hayalin bilgiden daha önemli, sosyal medyayı hayra vesile kullanmak,blogların ve blog yazarlığının analizi hepsi birer konu başlığı ama son günlerde sık sık üçünü birden düşünüp kendime uyarlamaya çalışıyorum. Hayal kısmı fena değil de uygulamadan sınıfta kaldığım söylenebilir. Sosyal medyada okuldan atılacağım, blog deseniz kanaat kullanıp kullanıp daha ne kadar geçerim bilmiyorum. Aslına bakarsanız sırtıma çantamı alıp kendi yaptığım pusulaya göre takılmak en kafama yatan. Bugüne kadar yapmışlığım vardır, severim. Çoğumuzu anne ya da baba olmak bu konuda serbest davranmak noktasında engelliyor gibi gelebilir. Hayatı klasik yaşamak bir zorunluluk olarak görüldüğünde kapılar kapanıyor bence, asıl olan doğru, dürüst ve erdemli olmaksa sırtına çantanı (sırt çantası metafor olarak çok şey ifade ediyor, herkes keyfine göre kodlar)alıp, kendime ve en az kendim kadar başkalarına da faydalı nasıl olurum sorusu ile yola çıkılamaz mı? Çıkılır… Günümüzde, herkes gibi olmak için gösterilen çaba ve enerji boşa giden bir enerji. Özgün ve özgür olmak belki daha zor ama daha güzel…
Yorumun azı çoğu diye bir şey yok, öyle güzel esinler, fikirler alıyorum ki bazen yazılanlardan. Hepsi için teşekkür ediyorum, herkese selam ve sevgi Begonvil Sokağı’ndan.
1 Mart 2018, 00:59
Yazınız o kadar güzel ki. Hele anne baba olmak sırt çantalı gezmeye engel kısmı bizim gibi içi hala çocuk kalan annelere göre harika bir benzetme.. 2006 yılından beri blog yazıyorum. Kendini yazı ile ifade edebildiğim çok sevdiğim bir mecra blog yazarlığı. Ama gerekli ilgi yorumla olsa bile alınmıyor. Sadece içimizi döküp, değerini anlayanlar tarafından okunup belki yorum alabiliyoruz. Begonvil sokağı da bu anlamda zevkle takip ettiğim harika bir blog
1 Mart 2018, 01:03
Anneliğin güzel yanlarından biri zaten içine de çocuk koyması belki de. 10 yılı aşmışsınız blogunuzla ne mutlu size, daha nice yıllara. Blogların az okunmasında tüketim hızının artması ve kısa, cazip içeriklere yönelmek de etkili, seçiciliği arttırıp bilinçli takipler de etkili bence. Her ikisi de şu koşullar da doğal sonuç. Yazmayı seven, araştıran en azından kendim için diyen geniş bir kitle de var.
Değerlendirmeleriniz için çok teşekkür ediyorum, sevgilerimle..
2 Mart 2018, 01:00
Beni uzun yazılar hiç mi hiç zorlamıyor, sıkmıyor 🙂 Güzel bir konu, iyi bir anlatım, okuyucuyu meraklandıran bir giriş ve ilerleyiş. Sizin bu yazınızda da hepsi var bence, Begonvil Sokağı… İçerisinde belirli bir düşüncenin anlatılmak istediği yazılar nasıl anlatılsın, nasıl bir emek görülebilsin ki kısacık, beş satırlık yazılarda?
Bence yine de, yazan, okuyan, araştıran kesim hala var; onlar da yeter yazmamıza.
Kaleminize sağlık 🙂
2 Mart 2018, 01:03
Ben de dedikleriniz varsa hiç zorlanmadan okurum, keyifle. Bazı konular var ki zaten kısa antamazsınız, kendi içinde ilerleyecek ki anlamı ortaya çıksın, belki bu noktada daha kişisel olan, iç dökme yazıları tercih sebebi olmayabilir. Orada da yazanın yazma ihtiyacı söz konusudur. Ama akıcı, ironik ya da ilginç bir taraf barındırıyorsa yine de okunur ve bir hisse çıkartılır.
Duyguların ve düşüncelerin tabletleşmesine izin vermemek lazım, hızlı tüketim hayatımızın her yerini ele geçirmesin. Evet dediğiniz gibi bloglarda bu kadarı bana yeter dediğimiz bir kitle var. Yazmayı, araştırıp faydalı, zevkli içerikler paylaşmayı sürekli kılacak bir kitle var, öyle olmak dileğimle diyorum.
Yorumunuza geç dönebildim, kusura bakmayın lütfen.
Sevgilerimle.
4 Mart 2018, 01:00
Hedeflere giden yol hayallerden geçiyor. Kendime baktığımda yaptığım ufak tefek her şeyin aslında hayal ettiğim şeyler olduğunu görüyorum. Yalnız bir gerçek var ki hayaller de elle tutulur,içi dolu olmalı sanki. Bir şeyi fark ettim yazınızı okurken son yıllarda hayal etmekten uzaklaşmışım ben. Mutluluğumun yarıdan çoğu da uçmuş gitmiş böylece. Tez elden hayallere sarılmalı yine. Blog yazmak da hayalimdi. İnsanlar tanımak,içimdekileri dökmek,hayata bir kayıt bırakmak hevesindeydim. Kendimi blog yazarı olarak görmüyorum ama hayata bırakabileceğim blog denen bir sayfam var. Blogla fazla zaman geçiremediğim için çok sayıda olmasa da gönül bağı kurduğum,dost sıcaklığı aldığım insanlar var. Siz de bu sıcaklığı aldığım birisiniz. Bundan büyük kazanç olur mu?
4 Mart 2018, 01:03
Bazen gerçekler çok zamanımızı alıyor değil mi:) Bir ayaklarımız yerden kesilsin bir şöyle gevşeyelim o da lazım. O kadar ardı sıra ki her şey, buna bir dur demek lazım, insan böyle bir varlık değil ki. Koştur koştur aynı şeyler…
Çok iyi, tatlı dilli ismi ile müsemma bir blog yazarısınız ama az yazıyorsunuz. Oysa yazacak çok şeyiniz var, ben okurunuz olarak daha çok okumak isterim.
Benim de, izini kaybedersem nasıl bulurum diye düşündüğüm, yüzünü görmeden gönlüme koyduğum dostlar oldu burada. Çok şükür, çok şanslıyım. Kalp kalbe karşılıklı sevgili Bir Tatlı Huzur, İstanbul’da uzun uzun sohbet etmeyi bekliyorum. En büyük kazanç insan, kendin gibi güvendiğin o benden vazgeçmez dediğin kişiler.. Bazen ümitsiz oluyoruz ama tutunacağımız çok yürek var, hamdolsun.
Cevapta geciktim kusura bakmayın lütfen. Çok sevgilerimle..
4 Mart 2018, 01:01
Bloğun ne olduğunu bilmediğim internette dolaştığım yıllarda Portakal ağacını tanımıştım ve sofra fotoğrafları hoşuma giderdi. Hayal kurmak aslında istemektir. İnsan arzu ettiklerinin hayalini kurar. Gençlere hayal kurmanın önemini anlatmak doğrudur ama hayalperestlik haline gelmemeli. Sevgilerimle…
4 Mart 2018, 01:03
Portakal ağacı blog yazmanın pek çok misyonunu yerine getirebilmiş bir blog, zaman içinde büyüyen bir aile olmak blog yazmak. Hayaller gerçeğin basamağı, kabul edelim çoğu zaman hayal kısmı gerçeğinden daha çok keyif veriyor. Sevgiler, selamlar..