KIRMIZI ERİK AĞACI

Kırmızı-erik-ağacı

Arda boylarında kırmızı erik
Halime’nin ardında on yedi belik
Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni
Şu genç yaşlarda denizlere attın ya beni…

İki ya da üç defa aynı dörtlüyü mırıldandı durdu, sesi fena değildi ama türkü çok daha iyi söylenilmeyi hak ediyordu. Türkücü Şükriye Tutkun duymasın, güzelim türkü böyle mi söylenir der bana diye geçirdi içinden. Hiç böyle içli, acıklı türkü havasında değildi ama kırmızı erik ağacı altında dolaşırken takılmıştı diline işte. Aslında bir genç kızın en mutlu günleri denen o günleri yaşıyordu. Yakında kına gecesi ve düğün, evleniyordu. Bu türkü takıldı dilime, acaba bir terslik mi olacak? Aman Allah korusun diyerek, kulağını çekip kırmızı erik dallarının üzerinden taştığı ahşap bahçe kapısını tıklattı. Bu da ne şimdi? Bir gören olsa bu kız iyice leyla olmuş diyecekler… Türkü söylemeler, bir şeyler mırıldanmalar, dudağını büzüp tahtaya vurmalar. Ayy çok mutluyum yahu sevdiceğimle evleniyorum, ne derse desinler!

Ya sevgi bir kum saati ise?

Bahçeyi son bir kez dolandı, yarın akşamki kına gecesi için kafasında canlandırdığı her şeyi lego oynar gibi birbirine ekledi. Yakın zamana kadar evcilik oynadığı bu bahçede yarın gerçek evcilik için sondan bir önceki adımı atacaktı. Kına düğün işlerine burun kıvıranlar olabilir, ama o her şeyiyle yaşamak istiyordu bunları. İkindi vakti bahçede annesi kız sofrası hazırlayacaktı arkadaşları için, akşam da diğer misafirlerle başlasın gelin kızın kınası… Yine türküye gitti aklı, sevdiğiyle kavuşamamak, onu kaybetmek ya da hiç sevgiyi yaşayamamak. Hepsi birbirinden zor ama en kötüsü sevdiğini yitirmek olmalı. Allah korusun, Selim’e bir şey olsa ben ne yaparım? Hemen bütün tadı kaçtı, düşüncesi bile çok zor. Bahçeden koşarak içeri girdi, olumsuz düşünceler sanki arkasından girmesin diye hızlıca kapıyı kapattı.

Aslında Selim onun bu tür heveslerine biraz gülüyor biraz da kızıyordu. Ne demode şeyler, topla arkadaşlarını çıkın dışarı, yemek yeyin, biraz canlı müzik tamam diyordu. Bu sevgi nasıl bir şeyse, ikisi de ikna olmuş kapanıyordu her konu. Sonrada gülüyorlardı, çünkü yine iki ayrı fikir yer değiştiriyordu sadece. Bazen çok korkuyordu, ya sevgi bir kum saati ise ve biterse ne olacak? Hem paranoyak hem kıskancım ben aman bunlar boş şeyler, düşünme! Farklı olduğumuz için seviyoruz birbirimizi. Hatta birbirimizi törpülüyoruz, güzelleştiriyoruz.

Her şeyi paylaşacağız, sevdiklerimizi de…

Anneannesi elinde kutuyla içeri girdi. Kutunun içi ampuller, kablo, rafya, krapon kağıtları, fener süsleri ile doluydu. Bir elinde kutu, öbür elini de gel bir sarılayım dercesine sallayıp torununun yanına koşarcasına geldi.

-Bunlar bahçeyi süslemek için, çerezler kına hepsi hazır. Limonatayı da yarın yaparım. Torunumun kınasını da hazırlamak nasip oldu çok şükür. 

Kucaklaştılar, bu ev zaten her isteğinin yerine geldiği masal diyarı gibiydi. Çocukluğundan beri anneannesinin evi lunaparktaki bütün oyuncaklara binmek gibi mutlu ederdi onu, burada hayal var sınır yoktu sanki. Selim’in ailesinde büyüklerden kimse kalmamış, anne baba halen çalışıyor erkenden kreşle başlamış bir aile hayatı var. Bazen onun soğuk, gereksiz sorgulayıcı hallerini buna bağlıyordu. Anne babası ilgiliydi ama arkasından her şeyini düşünen bir anneannesi yoktu işte. Her şeyi paylaşacağız, sadece sevgimizi değil sevdiklerimizi de. Artık onun da anneannesi. Ya annem, mutluluk ile mahzunluk arasında gidip gelen canım annem ne yapıyor?


Kına akşamı bahçe ampullerle ışıl ışıl oldu, krapon kağıtlarından kedi merdivenleri yaptılar, aralarında da fenerler… Bizim bahçe dizi film final sahneleri gibi oldu diye takıldılar birbirlerine. Bütün arkadaşları, akrabalar, anneannenin emektar komşuları ve dallarındaki süslerle gelinin nedimesi gibi arkasında duran kırmızı erik ağacı.Genç kızlar neşeyle yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar türküsünün remix haliyle etrafında döndüler gelin kızın. Yaşlılar bir yerden çıkartacağız bu şarkıyı dercesine baktılar birbirlerine. Selim’in annesi kınalı avucuna altın koydu, gülümseyerek oyuna katıldı. Annesi gözü yaşlı, yine bu bahçede yapılan kendi kınasını hatırladı. İstediğine değil, isteyene verildiğini düşündü. Mutluydu ama adını hiç koyamadığı eksik bir şeyler de vardı içinde. Hayatın hızı biraz azaldı mı düşünür, bulmaya çalışırdı.Belki bu yüzden hep bir telaş ve koşturmayla geçerdi günleri. Ama kızı çok seviyordu, damat da gönülden gönül vermiş belli. Onlar mutlu oldukça, onlar birbirlerini sevdikçe huzur buluyor, bu huzur telafi ediyor eksikleri…

Ay maşallah kızım büyümüş, gelin olacak… Nasıl da mutlu, yanakları al al olmuş. Sevgi ne güzel şey ya Rabbim, içimize koymuşsun ekmek gibi doyurup su gibi kandırıyor ruhumuzu. Yaşaması da yaşatması da uzaktan hissetmesi de güzel. Sevgiyi bir biliyoruz ama zamanla farklı sevgileri de tadınca insan anlıyor ki dünyan büyüdükçe kalbin de genişliyor… Gözyaşlarım kendime kalsın, şimdi gülme zamanı…

12 yorum
Write a comment