HİKAYE DEĞİL GERÇEK…

Eski evler tarihi
Birisine odun kafa, kereste ya da kütük derseniz hakaret etmiş olursunuz, şimdi düşünüyorum da asıl mdf kafa ya da laminant yürekli filan demek asıl hakaret. Sahici değil, aslı gibi değil hatta zararlı. Mesela ahşap çok güzel bir erkek ismi olabilir, kız ise çıra. Ahşap bey, çıra hanım… Birine daya sırtını hem ısıtsın hem korusun, öteki ise kıvılcım olsun ocağını yandırsın. Aslında bir de kötü adam  beton var:) Hiç böyle düşünmediniz değil mi? Ben de… Hikaye değil gerçek, inanmayan okusun…
Geçmiş zaman olur ki…
Ahşap evlerin sıcaklığı ve mahalle havası
Eski İstanbul sokakları ne güzelmiş.
Fotoğraf Üsküdar’da Salacak sokakları, bu fotoğrafı çektim ve üzerinde azıcık oynadım. Sağda sıralı arabalar olmasa geçmiş zaman olur ki tadında bir eski İstanbul sokağı. Bu şehrin siyah beyaz fotoğraf kareleriyle hemen eskilere götüren ya da hep aynı kalmış hissi veren yerleri var. Öyle keyifli ve şehrin yükünü çekmeye öyle değer ki… Şimdi ise bazı yerlerinin hali bana botokslu kadın yüzü gibi geliyor, artık yaşlanma şansı bile kalmayan, ruhsuz, soğuk. İstanbul evleri, sokakları, mahalle kültürü, zamansız olması gereken sosyal yaşamı hep merak ettiğim konular. Hikaye değil gerçek başlığı Mustafa Kutlu’nun “Nur” isimli hikayesi ile ilgili bir şeyler yazmak isteyince aklıma gelmişti. Ancak konu derinleşti, google bu başlık-içerik uyumsuzluğundan hazzetmeyebilir ama ben de onu sevmiyorum zaten. Üstelik acemi şansı, çok da uyumsuz değil çünkü okuyacağınız anekdotlar hikaye değil gerçek, gerçekten…
Ahşap evlerin faydaları neler?
Bu ev gibi insanlar olsun hayatımda…
Mustafa Kutlu‘ nun “Nur” adlı kitabını bir solukta okudum. Yakın zamanda “Uzun Hikaye” adlı eseri sinemaya da aktarılan usta yazar, takip edilesi bir kalem. Bu kitapta ana karakter mimar Nur’un arayışlarını, hidayet yolculuğunu anlatırken faydalı ve ilginç bilgileri de hikayeye yerleştirmiş. Kahramanın mesleğinden ve arkadaş çevresinden yola çıkarak verilen bilgiler, bilimsel bir kaynak ya da makalede olsa gözden kaçabilir ama konu bütünlüğü içinde bu bilgilere ulaşmak çok iyi oldu.
Hikayede mimar Nur’un okuduğu ve üzerine düşündüğü o kısımları paylaşmak istiyorum. 
Beton neden kötüdür?
“…Az bilinen ve/ya gizlenen bir gerçek şudur. Beton radyoaktif radon gazı yaymaktadır…Betonarme binalarda yapılan ölçümlerde 200-300 bekerele kadar radyoaktif değerler çıkabilmektedir.WHO’ya (Dünya sağlık teşkilatı) göre bu insan sağlığını tehdit eden sınırların başlangıcıdır. Radon gazı vücutta toksik bir etki yapıyor, bu etki kansere kadar gidebiliyor.Amerika’da 1994 yılından sonra betonarme binalara radon gazı tahliye aspiratörleri konulması mecburiyeti getirilmiştir…Ayrıca beton içerisinden geçirilen bakır elektrik kabloları beton içindeki demirin tetiklemesiyle manyetik alan oluşturmakta, insanın hem beden hem ruh sağlığını derinden etkilemektedir…”
Kentsel dönüşümü bir travma gibi geçiren İstanbul, nereden nereye gelmiş. Çok üzücü ve düşündürücü, bazı yerler var ki fantastik gerilim filmi çekilecek plato havasında geliyor gözüme. Hiç mi şansın kalmadı İstanbul diye soruyorum içimden. Bırakın penceresine saksı koyup, örtüsünü havalandırmayı artık pencereler hiç açılmamak üzere tasarlanmış sanki. Sonra insanlar neden mutsuz?
Umut kalbimizde bir kuştur, sürekli öter…
Ahşap evlerin faydaları nelerdir?
Ahşap ve taş ikisi de cansız dost
Müstakil ve ahşap bir evde doğdum, büyüdüm. Şanslıyım… Betonarme bir eve geçişimiz ilkokul 2.sınıfa rastlıyor. Ama pencereler pimapen değildi, kapılar, mutfak dolapları ahşaptı. Soluk alan evlerdi. Hikaye değil gerçek kısmı burada başlıyor, iyi hoş da kolay mı ahşaba, doğal malzemeye para yetirmek? Nelerden kısıp nelere eklemek gerekli düşünüp, sağlık huzur keyif diye bir sıralama yaparsak hesap ortaya çıkar. Yine kitaptan bir bölümle devam ediyorum, yorum sizin…
 
Ahşap evlerin avantajları neler?
Ahşap, dünyada kendini yenileyebilen tek inşaat malzemesidir. Üretimi ve işlemesi kolaydır.Üretimi esnasında enerji sarfiyatı çok düşüktür. Ahşap, atmosferdeki karbon bileşiklerini emerek bünyesinde tutarak gövde yapıyor… Ahşap ev sayısı arttıkça daha çok karbon bileşikleri emilecek ve sanılanın aksine dünya daha temiz dünya olacak demektir…
Modern mimari insanın yerine eşyayı ölçü alan bir bakış açısına sahip olmuştur. Bu mimari anlayış ne yazık ki insana değil tüketim toplumu oluşturan kapitalist sisteme hizmet etmektedir…
Doğru şeyler söylüyordu ama, neticede kapitalizme karşı bir duruş bu. Alternatif bir hayat tarzı kurmak zor…Yerine ne koyacağında belli değil…

Umut kalbimizde bir kuştur, sürekli öter. Bir de her şeye rağmen inandığı gibi yaşamak, inandığı gibi iş yapmak. Bu önemli işte. Bu direniş önemli.
Hayatta inanmadan, direnmeden hiç bir şey olmuyor. İnşaat bile… Haliyle, ben yoruldum hayat…

Bu bilgiler ne kadar doğru olsa da uygulaması zor diye ütopik geliyor. Biraz zor olandan hemen vazgeçiyoruz. İdeallerimizi yaşamada tembellik mi ediyoruz?

Ya da mutluluğu sahip olduğumuzdan hep daha fazlasında aramaya alıştık ondan mı? Sade ve doğal hayat, toprakla parkta oynamaktan daha fazla zaman geçiren çocuklar, varsa bir köyümüz daha sık gitmek en azından orada ahşap kokusu ve toprakla haşır neşir olmak… Elimizden ne kadarı gelirse…
Mahallede büyümek neden önemli?
Kagir, ahşap evlerin yaşaması kolay ömrü uzun.
Çatısına sarılacak bir ev arıyor sarmaşıklar.
Çok ütopik şeylerden bahsediyorsun, üstelik hep köşkler filan, hiç realist değil bu yazdıkların… İtiraz ediyorum, İstanbul’da ahşap, insan yaradılışına uygun yapı olarak bu köşkler kaldıysa ben ne yapayım. Üstelik eskiden bütün evler kagir ahşap, zengin fakir uçurumu bu denli çok değilmiş. Betonun bile giderek daha inorganik hale gelmesi de biraz sorgulanmalı. Şimdi bu fotoğrafı çekerken, ağacın altından kafamı kaldırıp ahşap evin tepesindeki dalları görünce baharla yeşillenip saracak tüm evi dedim. Bitki bile ot bile yaşamı sürecek yer istiyor, insan olarak ne gamsızız değil mi? Bu arada yazının başındaki kagir ev de yitirdiğimiz hanelerden biridir.  Mahallede büyümek, yaşamak neden önemli sorusu da işin duygusal tarafı. Evlerin hepsi betondan kutucuklara dönüşünce insanlar da betonlaşıyor zamanla…
Artık senede bir defa gittiğim çocukluğumun geçtiği evin tahta kapılarına, macunları kuruyup kırılan pencerelerine hatta incecik camlarına, karo taşlarına bakarken neden içimin bir hoş olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Ne yapabiliriz? Bırakın betondan kurtulmayı, balkonsuz hatta yanlış kentleşmeden gökyüzünü bile kısıtlı gören lüks konutlar. Mustafa Kutlu çok kalender, ahşap gibi bir insan, onun cümlesiyle bitireyim o zaman.
Umut kalbimizde bir kuştur, sürekli öter. Bir de her şeye rağmen inandığı gibi yaşamak, inandığı gibi iş yapmak. Bu önemli işte. Bu direniş önemli.

Bir kitabın düşündürdükleri kısmı bazen kitabın kendini aşıp geçiyor ya, işte kitapların bu tarafını çok seviyorum…
12 yorum
  • Mutluluğun Adı

    4 Ocak 2016, 13:20

    Kitap gerçekten ilgi çekici. Okurken alıp okuyabilme imkanım olsa, dedim. Bir kenara yazacağım. Hep küçük ahşap bir evim olsun isterdim. Maalesef betonlaşan dünyada amvak bi tür evleri, yaylalarda bulabiliyoruz.
    Umit hala var. Yalnıza biz ona yürümüyoruz.

  • Begonvil Sokağı

    4 Ocak 2016, 13:30

    Bazen sadece ümit edip istemek bile nasıl mutlu ediyor insanı..Doğru ve iyi olanı ne kadar yapabilirsek kar diye düşünüyorum. Görüşleriniz için teşekkür ederim…

  • Sahika

    5 Ocak 2017, 10:34

    Ne güzelmiş:) Mustafa Kutlu'nun Uzun Hikayesini izlemiştim. Bu kitabı da okunacaklar listeme ekledim;)

  • Begonvil Sokağı

    5 Ocak 2017, 10:56

    Ben de Uzun Hikaye'yi okumak istiyorum. Hikaye sevenler için Mustafa Kutlu kitapları tavsiyemdir, uzun okumalar da arada akıp giden geride güzel şeyler bırakan dinlenme okuması için de iyi. Sevgiler..

  • Edebiyatçının Biri

    25 Nisan 2019, 00:20

    Yaşlanıyor muyuz, diyeceğim anlamsız kalacak. Ben zaten yaşlandım, sizin yaşınız hakkında bir fikrim yok. Ama yazınız bana bir yaşlılık belirtisi gibi geldi. 😊
    Şaka bir yana çok güzel bir metindi. (Laf aramızda bir edebiyat öğretmeni olarak kolay kolay bir metin için güzel demem, haberiniz olsun.) Kendini okutan bir kaleminiz var. Daim olsun. Sizi övüyorum, boynunuzu kırdıysam özür dilerim. İnternet ortamının en kötü yanı budur. Beğendiğinizi herkesin içinde söylemek zorunda kalıyorsunuz.
    Biraz daldan dala atladım sanıyorum. Umarım maksat hasıl olmuştur.

    • begonvilsokagi.com

      25 Nisan 2019, 00:52

      Kendim bildim bileli doğal olana, sade yalın ve fıtri olana meyilli oldum, bu sebeple bunu yaşlanma değil de hiç yaşlanmazgillerden olmaya bağlayabilirim. Zamanı gelince yaşlanırım da elbet, o güzelliği de yaşamayalım mı?
      Sayın hocam çok teşekkür ediyorum, beğenmenize sevindim. Mustafa Kutlu tecrübeli ve edebiyat camiasının abisi bir kalem. Ahşap beton konusunu öyle güzel yerleştirmiş ki hikayeye, eski İstanbul sokaklarını gezdirerek hem de bir hidayet örgüsü içinde. Sanki hikaye değil gerçek…

  • Momentos

    1 Mayıs 2019, 00:35

    Şu an İstanbul’ dayım ve bu yazıyı keyifle okudum. Doğal malzeme ile yaratilan evlerin insan yaşamına katkısı tartışılmaz. Yaşadığım köyde kerpiçten evler, duvarlar öyle sağlam duruyorlar ki hala, neden bu güzelim doğa malzemesini kullanmiyoruz artık şaşıyorum cidden.

    Gerçek ve hikaye içiçe bu kadar enfes anlatilabilirdi. 😊 Teşekkürlerimle 🌹

    • begonvilsokagi.com

      1 Mayıs 2019, 16:01

      Tamamen ahşaptan ya da kütük evler var ya, çok isterim en azından bir süre içinde yaşamayı. Aslında doğallıktan uzaklaşmak insanın da kendi yaradılışından uzaklaşmayla paralel gidiyor sanki. Yoksa aklı selim kendini dört duvar betona hapsedip bindiği dalı keser mi?
      Okuyup, merak ettiğim azıcık araştırdığım bu hikaye sayesinde ben de yeni şeyler öğrenip mutlu oldum. Paylaştınız, çok teşekkür ederim.
      İstanbul’da oluşunuza ayrıca sevindim. Blogdan mesaj yazacağım.
      Sevgiler..

  • Mine Patan

    3 Mayıs 2019, 08:55

    Yüreğimin bir yanı sıcacık,bir yanı hüzün dolu okudum yazını sevgili Begonvil’im. Gözlerimde otuz altı yıl öncesinin beyaz badanalı,pencereleri sardunyalı,avlularının taşlıkları gelen misafirlere gülümseyen kerpiç evleri canlandı. Öyle bir diyarın ruhuma saldığı mutluluğu yaşadım ben. Yaşadım ve kaybettim. Bugün hala her fırsatta koşa koşa gittiğim, daralmalarımds hatırladığım an içimi ısıtan öyle bir diyarın pek çok benzeri var mutlaka güzel yurdumda ama beğenmedik; bize her sunulanı doğru ve güzel kabullenip ona koştuk. Sağlığımızı,mutluluğumuzu sefertaslarına kilitledik. İstanbul’un pek şansı kalmamış sanki ama Anadolu’da yapılabilecekler olamaz mı? Uzun Hikaye’yi,özellikle seçtiği mekan açısından çok sevdiğimi düşünmüşümdür hep. Çok güzel bir yazıydı. Üsküdar’ı bir gün birlikte gezme güzelliğini oluşturabilirsek hiç kaçırmayacağım.

    • Begonvil Sokağı

      3 Mayıs 2019, 15:01

      Sevgili Mine hanım, ne kadar güzel anlattınız. Hepsi gözümde canlandı, avlu sohbeti ne kadar güzeldir.. Yazın sıcağında serin bir mola, kışın ayazında sakin bir kuytu. Böylesi bir düşkünlüğün balkonsuz ışıksız dev kulelere nasıl baktığını demiyorum artık.
      Haklısınız, İstanbul biraz geç kaldı sanki. Kurtarılmış bölgeleri var, onların hatırına tutuyoruz sevdayı ama Anadolu sıcaklığında bir yerlere yöneliş de kaçış değil de varış olur ancak.
      En koşa zamanda buluşalım inşallah Üsküdar da, ne güzel olur.
      Çok Sevgilerimle:)

  • Ceyhun Arslan

    31 Ekim 2020, 10:50

    Konserve kutularında hayat mı tercih etmiştik doğarken…

    • begonvilsokagi.com

      31 Ekim 2020, 11:29

      İnsanın hem yaradılış hem yaşam fıtratı bozulduğunda dayatılmış tercihlerin esiri oluyor maalesef ve tam da bu noktada bireysel gayretler çok çok önemli. Gayret bizden…